| ||||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||||
Detaylar | ||||||||||||||||||||||
STRES: Can sıkıntısıdır diyebiliriz. Stresin sayılamayacak çoklukta; ruhi gerginlik, sıkışma, ruhi bunalım, çaresizlik, moral bozukluğu, takıntı, kararsızlık ve karamsarlık gibi sebepleri vardır. Bu sebepler kişilere göre değişebilmektedir. Burada; aynı uyarıcı karşısında herkesin tepkisi aynı olmamaktadır. Her insanın yaratılışı gereği; kişiliği, bünyesi, karakteri ve görüşleri farklıdır.Stresin diğer bir tanımı da: fiziki, psikolojik ve sosyal faktörlerin etkisiyle, insanın haleti ruhiyesinde meydana gelen sıkıntı hali ve bunun hastalık olarak bedene yansımasıdır. Stresin Belirtileri: Ruhsal: Hayatın anlamının kaybolması, yaşam sevincinin yitirilmesi, ne yapacağını bilememe, suçluluk duygusu, kin duyma ve can sıkıntısı. Sosyal: Diğer insanlardan soyutlanma, yalnızlık, ’ben merkezli’ olmak, hoşgörüsüzlük, insanlarla iyi ilişki kuramamak. Duygusal: Heyecan duyamama, aşırı ağlama, sinirsel gülme, hastalık kuruntusu, vesvese, kıskançlık, huzursuzluk, ümitsizlik. Zihinsel: Kafa karışıklığı, hafıza sorunu, karar vermede güçlük çekme, intihar düşüncesi, konsantrasyon güçlüğü. Fiziksel: Kalp çırpıntısı, el ve ayakların buz kesmesi, baş dönmesi, bayılma, aşırı terleme, cinsel isteğin azalması. Psikososyal uyarıcıların insanda stres meydana getirmesinde en önemli sebep kişinin değerlendirme ve algılama mekanizmasıdır. Tehlike veya strese yol açan hadiseler geçince, organizma normal düzene girecektir. Tipik stres halindeki bir kişide; uykusuzluk, vesvese, sıcak basması, tahammülsüzlük, şakakların zonklaması, sinirlilik, umutsuzluk, karamsarlık, tatminsizlik, patlayacakmış gibi olma, göz kararması, nefes darlığı, ellerin ve ayakların soğuması, soğuk ter basması, iktidarsızlık, şişmanlık, kalp korkusu, yüksek tansiyon, titreme, tik, kekemelik gibi bir- takım rahatsızlıklar söz konusu olabilir. Strese en çok maruz kalan kişilerin özelliklerinden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz. Daima hızlı hareket ederler. Kendilerine aşırı güven duydukları hissi bırakırlar. Kendilerine çok ehemmiyet verirler. Devamlı gerginlik içindedirler. Hızlı konuşurlar, el kol hareketleri yaparlar, hırslı ve telaşlıdırlar, alıngandırlar, küçücük hadiselere bile sinirlenirler. Stres çağımızın belki de en yaygın hastalığı olmasına rağmen, tedavisi oldukça zordur. Stresin tedavisindeki temel prensip, strese yol açan faktörleri uzaklaştırmak, onlardan uzaklaşmaktır. Zaten bu etkenleri uzaklaştırmanın veya onlardan uzaklaşmanın güç olması sebebiyle tedavisi de zordur. Strese karşı dayanıklı olmak için, şu hususlara dikkat edilmelidir. Sabırlı ve hoşgörülü olmak, fazla alıngan olmamak, olur olmaz şeylere sinirlenmemek ve bunları yapabilmeyi kendi kendine telkin etmek, çok faydalıdır. Günlük işler arasında 15-20 dakika kadar kafa dinlemek, beslenmeye dikkat etmek, sigara ve içkiyi bırakmak, akşamları ılık suyla duş almak, jimnastik hareketleri yapmak kişiyi oldukça rahatlatır. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki; maneviyatı yüksek olan kişiler stres ve sıkıntılara, maneviyatı zayıf olan kişilere göre daha dayanıklıdır. Stresin zararlarını azaltmak ve rahatlamak için batı toplumlarında akla hayale gelmedik çılgınlıklar yapılarak, gerginlikler atılmaya çalışılmakta; bu da sonuç vermeyince çeşitli çirkinlikler, hatta intihar olaylarına kadar giden birtakım üzücü hadiseler sergilenmektedir. İslam toplumunda bu tür olaylara rastlamak çok zordur.Toplumun iman ve kültür dinamikleri bu tür olayların çıkmamasında bu güne kadar etkili bir faktör olagelmiştir.
2- İNSANI SIKINTI VE STRESE SOKAN BAŞLICA SEBEPLER
Doğmak, ölmek, yaşamak, hasta olmak, üzülmek, sevinmek insanla doğan ve insanla var olan, insana has en tabii, doğal özelliklerdir. Aslında insanın hayatından ölümüne kadar geçen yaşamı, hayatında karşılaşacağı bütün hadiseler ve olaylar, hayatının süreci, biçimi daha insan doğmadan önce Allah tarafından Levh-i Mahfuzda belirtilmiştir. Bu husus; iman esaslarından ‘ kaza ve kadere imanla’ izah edilip tasdik olunmaktadır. İnsan, tabiatı icabı zayıf yaratılmıştır, tahammül ve sabır bakımından acizdir, güçsüzdür. Hayatın akışı içerisinde insanoğlu kendini birçok sürprizler içerisinde buluverir. Olaylar kontrolü dışında gelişir, bu hayat boyu hep böyledir. İnsan hayatın cilvelerine, sürprizlerine, meşakkatlerine bir türlü alışamaz, kolay uyum sağlayamaz. İnsan güzellikler ve bolluklar karşısında rehavete dalıp şımarır, azar. Felaketler, darlıklar karşısında da telaşlanır, ıstırap duyar, Allah’a yalvarır, yardım ister. Aslında insanın elinde olan çok fazla bir şey yoktur. Her şeyi kontrol edemez, gelişmeler istediği gibi gitmez. İnsanoğlu yaradılışı icabı; yanılır, hata yapar, doğru yapar, iyi veya kötü birisi olur, günah işler veya sevap işler. Aklını her zaman gerektiği şekilde kullanamaz. Bunun sonucunda da; kendini huzursuz, mutsuz eden, stres ve sıkıntılara sokan olaylarla karşı karşıya kalabilir. İnsanda sıkıntı ve stres meydana getiren, yüzlerce olay ve hadise çeşitleri olabilir. Mesela; aşırı borçlanma, borçları ödeyememe, bir sıkıntı sebebi olabilir. Ancak çok zengin ve varlık içerisinde olan kişilerin de daha farklı ve özel sebepleri vardır. Kişilere göre faktörler ve sebepler değişiklikler gösterebilir. İnsanoğlunu sıkıntıya, üzüntüye, strese, çaresizliğe sokabilecek muhtemel sebeplerden bazılarını belli başlıklar halinde örneklemek ve özetlemek gerekirse; Bu etkenlerin başında günümüz toplumunda en temel unsur olarak başta maddiyat gelmektedir. İhtiyaçlarını karşılayamayan, borçlarını ödeyemeyen, ailesine bakamayan insanlar sıkıntı ve strese daha fazla müptela olabilmektedirler. -Hastalık; insanı kıvrandıran ve özellikle çaresi bulunamayan hastalıklar ... -Ölüm. Ölüm korkusu veya bir yakınını, çok sevdiği birini kaybetme, yokluğuna tahammül edememe. -Kaza. Yaralanmalar, sakatlanmalar ve maddi zararlar. -Fakirlik, yoksulluk, ihtiyaçlarını karşılayamama. -Hırsızlık, soygun, deprem gibi sebeplerden dolayı ağır maddi zarara ve borçlanmaya girilmesi . -Aile içerisinde uyumsuzluk, ayrılık, huzursuzluk, geçimsizlik. -İstek dışı tayin, sürgün, iş değişikliği durumları. -İşlerinin arzuladığı şekilde gitmemesi, hedefine ulaşamama. -Kötü kişilerle karşılaşması, kötülüklere maruz kalması kötülerin musallat olması. -İnancına yapılan her türlü baskı ve zulümler, inancını istediği şekilde yaşayamaması. -Aşırı iş yorgunluğu, gürültülü ve kalabalık ortamlar. -İflas etme, zarara girme, iş hayatında başarısızlık, ağır borç altına girme, borçlarını ödeyememe durumları -İşiyle, iş yeriyle ilgili olumsuzluklar. -Terk edilme, aşkına ve sevgisine karşılık bulamama . -Ağır ekonomik kriz, terör olayları ve doğal afetler. - Gönlüne göre ve dertlerini paylaşacak dost, arkadaş ve çevre bulamama, yalnızlık çekme. -Aldatılması, dolandırılması, toplumdan tecrit olma. -Yalnızlık, kimsesizlik, çaresizlik, dostların terk etmesi. -Gelecek ve istikbal endişesi.Yarınlarından ümitsiz olmak, ümit kesmek. Bu hadiselerden herhangi birinin insanın başına gelmesi, insanoğlu için çok doğal, hayatın gerçeklerinin ta kendisidir diyebiliriz. Bu doğallığın bilincinde olan kişilerin başına bir hadise gelmesi, o insanda fazla bir tahribat meydana getirmeyecektir. Hayatın sürprizlerine çile ve musibetlerine karşı hazır olan kişiler, tabii ki olumsuz olayların bir çoğundan hiç etkilenmeyecekler ya da çok az etkileneceklerdir. Ellerinde olmadan etkilendikleri taktirde ise bu etkileşimlerden kurtulmanın, normale dönmenin yol ve yöntemlerini de bilecek ve kendi üzerlerinde başarılı bir şekilde uygulayabileceklerdir. Biz bu eserle ilk önlem olarak; kişinin sıkıntı ve strese daha baştan hiç düşmemesini temin için temel hususları vurgulamakla birlikte, bunu başaramayıp sıkıntı ve strese düşülmesi hallerinde de, bu durumlardan bir an önce kurtulmalarını, normal sağlıklarına ve düzenlerine kavuşmalarını garantiye almaya çalıştık .
3- UYKU BOZUKLUĞU
İnsanı derinden etkileyen, sıkıntı ve strese sokan olaylar ve dertler tabii ki insanın uyku düzenini de bozmakta ve etkilemektedir. Uyku düzeni bozulan, gece uykusuzluk çeken, uyuyamayan insanın gece ve gündüz hayatı da muhtemelen huzursuz, sıkıntılı, kabus dolu olarak geçecektir. Uykusuzluk, uyku uyuyamama, insan için başlı başına bir sıkıntı, stres verimsizlik ve kabus kaynağıdır. Uykusuzluk ile - sıkıntı ve stres birbirlerine çok yakın arkadaş gibidirler. Sıkıntı ve stres uykusuzluğu meydana getirir, uykusuzluk ise insanda sıkıntı ve stresi meydana getirebilir. Huzurlu ve mutlu yaşamanın en etkin yollarından biri de; düzenli, derin ve güzel bir uyku uyuyabilmektir. Güzel bir uyku, insan için güzel bir gündür, güzel bir hayat, umut verici, dolu ve heyecanlı bir yaşantıdır. Uykusuzluğun çocuklara, yetişkinlere ve yaşlılara göre çeşitli sebepleri vardır. Yetişkinlerdeki uykusuzluk tok veya aç yatmaya, kahve ve çay içmeye, akşam zihnin önemli bir hususla meşgul olmasına bağlı olabilir. Günlük hayatın aniden değişmesi, uyku, yemek ve çalışma düzensizlikleri ciddi uyku bozukluklarına yol açabilir. Karın ağrıları, öksürük, sık idrar, cilt uyarılarının yol açtığı uykusuzluklar tedaviyle kolay düzelir. Yetişkinlerde uykusuzluğun en sık görülen sebebi depresyondur. Bu şahıslarda uyuyamamanın yanı sıra; kilo kaybı, iştahsızlık, cinsi arzularda azlık, huzursuzluk, konsantrasyon yetersizliği, hafıza zayıflığı da bulunur. Bu kişiler yatar yatmaz uyuyabilirler, fakat birkaç saat sonra uyanırlar ve tekrar uyuyamazlar. Ufak tefek stres ve problemlerden dolayı uzun vadeli uyku bozukluğu oluşmaz. Halledilemeyen, insanı sıkıntı ve strese sokan problemler eğer ağır ve sürekli devam edecek bir problem ise uyku düzensizliği süreklilik arz edebilir. Uykusuzluk aslında çok kötü, ağır ve can yakıcı bir hastalıktır. Ancak ruhsal bir hastalık asla değildir. Psikolojik, sosyolojik ve fiziki sebeplerden türeyebilen geçici bir rahatsızlık türüdür de diyebiliriz. İnsan uyuyamadığı zaman, geceleri adeta ona kabus, gündüzü de zindan olur. Hiçbir şeyi göremez, hiçbir iş yapamaz, hayattan ümidini keser ve kötü bir gün yaşar. Gerginlik ve ağır bir stres içerisinde olur. Bu duruma baştan hiç düşmemenin yolları aranmalı, bulunmalı ve uygulanmalıdır. Uyku, yemek, içmek, nefes almak ve teneffüs etmek gibi fizyolojik bir ihtiyaçtır. İnsanın vücut ve ruh dengesini sağlar. Sinir sistemi dediğimiz beyin ve sinirleri düzenler. Uyku yaşla ters orantılıdır. Yaş büyüdükçe uyku azalır. Küçükler çok, büyükler az uyur. Unutulmamalıdır ki; uykunun da beslenme gibi, azı yetersiz, çoğu da zararlıdır. Uykunun az veya çok oluşundan öte kalitesi önemlidir. Kısa bir süre de olsa; sade ve deliksiz bir uyku uzun süreli ama sağlıksız olan bir uykudan daha iyidir. Uykusuzluğa karşı bilinen tedavi yöntemlerini şu şekilde sıralayabiliriz.
Uykuyu etkileyen faktörler:
a- Uykuyu kolaylaştıranlar: * Sessizlik * Karanlık * Uygun ısı * Uzanma ve oturma * Fikri dinlenme * Yorgun vücut * Süt, yoğurt ve nişastalı gıdalar.
b- Uykuyu zorlaştıranlar: Hareketli faaliyetler* Şiddetli uyaranlar * Dert ve can sıkıntısı * Yoğun stres * Öfke * Endişe ve karamsarlık * Aşırı vücut ve zihin yorgunluğu. Gerçekten de sağlığın kıymeti kaybedilince anlaşılıyor ve diyorsunuz ki; dünya servetleri bir yana, benim sağlığım bir yana. Dünyaları verseler sağlığımla asla değişmem. Bu tepkiler çok doğal tepkilerdir.
4- SABIR Her işin başında besmele, her olayın çözülmesinde sabır vardır. Sabır; insanın manevi hamurunda, önemli bir katkı, bir tekabül mayasıdır. İnsanı; maddi dünyada başarı ve mutluluğa, manevi dünyada da o sonsuz kurtuluşa götüren, şaşmaz ve sapmaz bir yoldur. Sabır; yüce Kur`an`da bildirilen, insanlık düşmanı şeytanın, bütün taktik ve dürtülerine karşı, beşerin en güçlü savunma silahı, en sağlam siperidir. Yüce Allah`ın Kur`an`da bir çok ayetlerle müjdelediği, ‘cennet anahtarlarından biridir’ sabır. Sabır ömrün bereketi, lezzeti, anahtarı, her sıkıntının tedavi seansı, her mutluluğun başlangıcı, her zifiri karanlığın bitiş komutudur. Âl-i İmren: 200: “Ey inananlar SABREDİN, direnin. savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun ve Allah`tan korkun ki başarıya eresiniz.” Bakara 156 - 157 : “ Ant olsun, sizi korku, açlık, mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerden eksiltmek gibi şeylerle deneriz; SABREDENLERİ MÜJDELE Kİ, onlara bir bela eriştiği zaman; “Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz” derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır. ” Zümer 10:“ Ancak “sabredenlere” mükafatları hesapsız olarak ödenecektir .” Furkan 75:“ İşte onlar sabretmelerine karşılık saraylarda ödüllendirilecekler ve orada bir sağlık dileği ve selam ile karşılanacaklardır.” Şair Cengiz NUMANOĞLU sabrı şu şekilde şiirleştiriyor. SABIR SINAVIDIR ÖMÜR DEDİĞİN Nefsin işkencesi düşmandan beter, Onun zulmü ancak savaşla biter. Silah istiyorsan, iraden yeter, Sabır sınavdır, ömür dediğin ... Zaman sermayesi, sanma ki, çok bol Beşikten bastona, kaç adımlık yol ? Bu kanun değişmez, kim olursan ol, Sabır sınavıdır, ömür dediğin ...
Nimet sırrı gizli, hayır ve şer’de, Devayı da verir, verdiği derde, Akıl, isyan ile, aranda perde, Sabır sınavıdır, ömür dediğin ...
Ezel arşivinden, kader silinmez, Hakk`tan gelirse, karşı gelinmez, Her şer de hayır var, kulca bilinmez, Sabır sınavıdır, ömür dediğin ...
Yüce Allah, kulu, fazla sevince, Bazen alır dener, bazen verince, Düşünen insana, mesaj derince, Sabır sınavıdır, ömür dediğin...
Dünya nimetinden, faydalan amma, Onları, her derde devadır sanma. Mal mülk çöplüğünde, çok oyalanma, Sabır sınavıdır, ömür dediğin ...
5- UFAK TEFEK ŞEYLERİ DERT ETMEYİN
Çoğu zaman; durup dururken bir sele kapılıp ufak tefek şeyleri kendimize dert etmeye başlarız - üzülürüz ve bundan dolayı da strese gireriz. Tüm dikkat ve enerjimizi küçük sorunlara yöneltip, normal yaklaşım boyutlarının üzerine taşırız. İşi oluruna bırakıp yolumuza, işimize devam etmek yerine; kızmayı, öfkelenmeyi tercih ederiz. Ama bir müddet sonra; bunların kısa süreli, geçici olduğunu, geçip gittiğini, normale döndüğümüzü, aslında üzülecek, kızacak hiçbir şeyin olmadığını görünce de pişmanlık duyarız. Boşa zaman harcadığımızı, üzülmeye, sinirlenmeye, kafaya takmaya hiç de yeri olmadığını düşünür pişmanlık duyarız. İşte bunun için ufak tefek hiçbir şeyle kendimizi oyalamamayı baştan düşünmeliyiz, öğrenmeliyiz ve tatbikata geçirmeliyiz. Günlük yaşamımızda oluşan bu tür haller; uzun bir kuyrukta saatlerce sıra beklemek, haksız bir eleştiriye uğramak olabilir, ya da bir işin ters gitmesi veya arzu ettiğimiz şekilde sonuçlanmaması şeklinde de olabilir. Her türlü küçük veya büyük sürprizlere karşı son derece olgun, ağırbaşlı ve hazırlıklı olmak zorunda olduğumuzu kabullenmeliyiz. Zira hayat sürprizlerden ve zorluklarla mücadeleden ibarettir. Çoğumuz yaşam enerjimizin büyük bir miktarını ufak-tefek, olur-olmaz şeyleri kendimize dert ederek harcadığımız için, yaşamın güzelliğini, zenginliklerini yeterince tadamayız, yaşayamayız. Günlük yaşantımızda bu tür, hiçbir olayı ciddiye ve dikkate almamamız, kendimizi yıpratmamamız halinde; daha sevecen, daha huzurlu, ılımlı, heyecanlı ve enerji dolu bir yaşam sürdürebiliriz.
6- SORUNLARINIZI SIK DÜŞÜNEREK ÇIĞ GİBİ BÜYÜTMEKTEN KAÇININIZ
Yapacağınız işleri, işlerle ilgili soru ve cevapları, vereceğiniz hayati sayılabilecek kararları; beyninizde çok egzersiz yapar, olumlu - olumsuzluklarını çok sık düşünürseniz, devamlı vesvese içerisinde olmanız, şeytanın da olumsuz telkinleriyle endişeye dönüşür ve içinizi kemiren bir kurt haline gelebilir. Aklınızdaki küçük bir kar topunu büyük bir çığ yığını haline gelmeden kontrol altına almanız sizin elinizdedir . Yapacağınız işi, sorunları; haddinden fazla önemsememek, şeytanın vesvesesine kapılmamak, her şeyi soğukkanlı bir yaklaşımla, oluruna ve olacağına bırakmak, en önemlisi zamana yaymak, olumlu olumsuz her şeyi kader, hayır ve şer çizgisinde değerlendirmek, hiçbir şeyin sonunda ölüm olmadığını düşünmek sizin için yeterli olacaktır. Aslında zaman her türlü sorunun çözüm kaynağıdır. Belki de olayların çözümünü kafamızda kar topu haline dönüştüreceğimize zamana bırakmak ve yaymak en etkili yaklaşım ve çözüm stratejisidir diyebiliriz. Aslında her türlü olaya olursa da olur, olmazsa da olur pencerelerinden bakmak, ısrarcı ve aceleci olmamak en doğru seçim ve çözüm biçimidir. Zaman her şeyin ilacıdır diyebiliriz.
7- ŞUNU İYİ BİLİNİZ Kİ; ÖLDÜĞÜNÜZ ZAMAN BİLE YAPILACAK İŞLER LİSTENİZ HALA DOLU OLACAKTIR . BİTİREMEDİĞİNİZ, HATTA HİÇ BAŞLAYAMADIĞINIZ İŞLERİNİZ OLACAKTIR.
Çoğumuz işlerimizi yetiştirmek, vatan ve millete hizmet etmek, ailemiz veya çoluk çocuklarımızın geleceği ve istikbali adına dur durak bilmeden çaba sarf eder, gizli ve açık hedeflerimizi, projelerimizi uygulamaya koymak, bunları mutlaka başarmak adına mutluluklarımızı sınırlarız, erteleriz, öteleriz ve yaşamımızı zora ve rizikolara sokarız. Bütün gün, dur durak vermeden, geç saatlere kadar çalışır, çırpınır, yorulur ve işleri yetiştirmeye çabalarız. Yapılacak işler listesi tabii olarak boş kalmayacak, içinde hep uğraşmanız, takip etmeniz gereken konular olacaktır. Daima yapılması gereken telefon görüşmeleri, görüşülmesi gereken kişiler, alınması veya verilmesi gereken cevaplar olacaktır ve bunlar bitmeyecektir. Her kim olursanız olun, ne iş yaparsanız yapın; şunu iyi bilmelisiniz ki; dünyada hiçbir şey sizin ve sevdiklerinizin mutluluğuyla iç huzurunuzdan daha önemli olamaz. Eğer her işi mutlaka kotarma, tamamlama, başarma saplantınız var ise gerçek bir mutluluğa hiçbir zaman ulaşamazsınız. Gerçek şudur ki; her şey ve her iş bekleyebilir, ivedi sınıfına giren çok az şey vardır. Gereğince dikkat ve takip edilebilirse, zamana bırakılırsa, acele edilmezse, doğal akışı içerisinde her iş zamanında bitirilebilir. Zamanı gelince her iş hallolur. Hayatta, gerçek anlamda “ ivedi” olan şey insanın iç huzurudur, sağlığıdır, kendine ayıracağı sakin vakitler ve sevdikleriyle birlikte olduğu anlardır. Hayatın ve yaşamanın amacı; her işi bitirmek değil, bu yolda atılan her adımın tadını çıkararak, sevgi, huzur, neşe dolu bir hayat sürmektir. Bütün bunları kendi kendimize hatırlatmalıyız ki kendimizi kontrol altına alabilelim. Unutmayalım ki; öldüğümüz zaman bile “yapılacaklar “ listemizde tamamlanmamış birçok işlerimiz olacaktır.
8- DEVAMLI İYİLİK YAPIN. İYİLİK YAPMAK ve GÜZEL DİYALOGLAR İÇİNDE OLMAK İNSANI RAHATLATIR, HUZURLU KILAR.
Elinizden geldiğince, fırsatlar elinize geçtiği, gücünüzün, gönlünüzün yettiği kadar, her konuda, maddi ve manevi olarak, herkese karşı iyilikler yapmaya çalışın ve yapın. Yaptığınız iyilikleri de takdir etsinler diye kimseye anlatma ihtiyacı duymayın. Yaptığınız iyiliklerden de asla karşılık beklemeyin. Unutmayın ki; iyilikler ömrü uzatır, hayatı neşelendirir ve anlamlı kılar, insana iç huzuru verir. Her güler yüz bir sadakadır, her iyilik ise misliyle güzellikler getirir. Size “kötülük yapanlara karşı da iyilik yapın”. En makbul iyilik işte budur. Çünkü; “İyiliğe karşı iyilik her kişinin işidir, kötülüğe karşı iyilik de er kişinin işidir ”denilmiştir . İyilik yaptım kötülük buldum veya iyilikten maraz doğar anlayışını kesinlikle terk ediniz. Çok meşhur bir söz de; “İyilik yap denize at, Malik bilmezse Hâlik bilir” denilmiştir.
9- İÇİNDE BULUNDUĞUNUZ ANI YAŞAMAYI BİLİN UFAK TEFEK ŞEYLERLE MUTLU OLMASINI ÖĞRENİN. Kafanızın salim olması, moralinizin düzgün olması büyük ölçüde içinde bulunduğunuz anı ne kadar yaşayabildiğinize ve zevk alabildiğinize bağlıdır. Bir yıl öncesinde neler olduğunu veya sonrasının nasıl olacağını düşünmeden içinde varolduğunuz anı en güzel bir şekilde değerlendirip yaşamanız gereklidir. Çünkü bir dakika sonra nelerin olacağı, nasıl olacağı ve ne olacağınızı siz bilemezsiniz. Bunu bilen ancak Allah olacaktır. Böyle olunca da öncesini ve sonrasını düşünerek kafa yormak çok gereksiz ve lüzumsuz bir davranış olacaktır. Varın içinde bulunduğunuz her anı bütün varlığınızla doyasıya yaşayın, ve mutlu olun. Ne var ki; çoğumuz birçok basit konuyu ve olayları kendimize anında dert ve tasa etme noktasında alışkanlık kazanmışızdır. Ne olacak, ne olacağız, nasıl olur, ne getirir, neler götürür, nasıl sonuçlanır, halimiz ne olur diye durmadan zihnimizi meşgul eder dururuz. Aslında bu bir vesvesedir, kuruntudur. Şeytan insanın kalbine kuruntu ve vesvese verir, boş ümit ve endişelere sokar. Boşa sevindirir ve üzer. Geçmişteki sorunlarımız ve geleceğe yönelik endişelerimiz yaşadığımız a’na hükmettikçe biz kaygılarla ve ümitsizliklerle dolu bir bunalıma gireriz. Böyle bir durumdayken hayattan zevk almayı, önceliklerimizi ve mutluluğumuzu ileri bir tarihe erteleyerek gelecekte bir günün bu günden daha iyi olacağına inanmaya çalışırız. İşte o bir gün dediğimiz an bir türlü gelmez. Önceliklerimizi ve mutluluğumuzu bir dakika sonrasına bile ertelememeliyiz. İş işten geçmeden, ömrümüz tükenmeden, bize ayrılan şu kısacık dünya hayatında içinde bulunduğumuz anı, her hali - güzelliği ve imkanları doyasıya yaşamasını öğrenmeliyiz ve yaşamalıyız. Ufak tefek şeylerle bile mutlu olmasını bilmeliyiz, kendimizi mutlu ve huzurlu kılmayı öğrenmeliyiz. Hayatta sağlıktan, huzurdan, mutluluktan, neşeden başka güzel hiçbir şey yoktur. Ne zenginlik, ne para, ne makam, ne mevki insanı mutlu ve huzurlu kılmaya yetmez.
10- SABIRLI OLUN SABIRLI OLABİLME EGZERSİZLERİ YAPIN
Sabır; her zorluğun, güçlüğün, zifiri karanlığın başarılı bir şekilde aşılmasının ve aydınlığa ulaşılmasının yegane mihenk taşıdır. Kendi kendinize sabır egzersizleri yapın. Bundan sonra artık hiçbir şeye sinirlenmeyeceğim, hiçbir olay karşısında telaşlanmayacağım, hiç kimseye kızmayacağım, hiçbir olay karşısında ani tepki gösterip yanlış karar vermeyeceğim, her can sıkıcı olay karşısında soğukkanlılığımı koruyacağım, hiç kimseye kızarak onu rencide etmeyeceğim diyebilmeliyiz. Beyninizi sabırlı olmaya odaklayın. Sabırlı olmak olayların çözümünü daha sağlıklı şekilde sağlar, daha güzel cevaplar vermemizi, daha verimli kararlar almamızı temin eder. Bir atasözünde; ”Sabreden derviş muradına ermiş” denilmiştir. Bir ayet-i kerimede ise; ”Ey inananlar; sabırla, bir de namazla Allah`tan yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir. ” buyurulmaktadır. Sabırlı olmak; olaylara daha düzgün, daha sağlıklı ve bilinçli olarak bakmamızı garanti altına alır. Bağırıp çağırmamızı, uygunsuz sözler söylememizi, insanları gereksiz yere incitmemizi, düşmanlıklar kazanmamızı engeller.
11- HER GÜN KENDİNİZE BİRAZ SESSİZ ve SAKİN BİR ZAMAN AYIRIN
Yoğun işlerinizin içinde ya da her gün kalabalık bir mekanda, yoğun bir meşguliyet içerisinde bulunmanız sizi oldukça yıpratacaktır. Kendinize her gün belirli saatlerde sizi kimsenin aramayacağı, göremeyeceği, meşgul edemeyeceği sessiz bir ortam oluşturabilirsiniz. Böyle bir ortamda 15-20 dakika kadar kendi başınıza kalmanız, dinlenmeniz, düşünmeniz çok işinize yarayacaktır. Bu; sabahleyin erkenden kalkıp odada veya balkonda oturmak, karanlığı, şafak söküşünü, şehrin üzerindeki minareleri veya etrafındaki tepeleri seyretmek, güneşin doğuşunu izlemek , kuşları, ağaçları seyretmek, rüzgarın esişini, böceklerin veya suyun sesini dinlemek, sokakta bir iki tur atmak, ormanda yürümek, spor ve egzersiz yapmak, insanı müthiş derecede rahatlatacaktır. Ya da her gün seyrettiğiniz televizyonu kapatıp radyoyu açarak yabancı müzik dinleyebilirsiniz. Bir belgesel seyredebilir, fotoğraf albümünü karıştırıp, anılardaki fotoğraflarınıza bakabilirsiniz. Yahut da hiç tanımadığınız bir yabancıyla sohbet edebilirsiniz. Böyle bir deneyim sizi bambaşka ufuklara, farklı dünyalara, bakış açılarına sürükleyebilecek ve olaylara yaklaşımlarınızda alternatif pencereler açabilecektir. İnsan en doğru kararlara kendi başına kaldığında ve düşünme fırsatı bulduğunda varacaktır, konsantre ve dinlenmiş olacaktır.
12- GERÇEĞİ KABUL EDİN. HAYAT ADİL DEĞİLDİR. ZORLUKLARLA, KÖTÜLER ve KÖTÜLÜKLERLE YAŞAMAK ZORUNDAYIZ
Her işin mükemmel olmasını, düzgün ve hiç kusursuz olmasını beklememeliyiz. Herkesin iyi, güzel, doğru, adil ve dört dörtlük olmasını da bekleyemeyiz. Hayatta her şey bizim arzuladığımız, hedeflediğimiz gibi gerçekleşmez. Yaşamda bize ters gelen olaylara, adaletsizliklere; kızmak, sinirlenmek, tasvip etmemek, tepki koymak tabii ki doğal halimiz olmalıdır. Ancak bunun aşırı dozda olmaması, çok büyütülüp abartılmaması, bizi mutsuz edecek, strese sokacak boyutlara taşınmaması gerekmektedir. Çünkü hayat her anlamda baştan sona dengeler üzerine kurulmuştur ve dengelerden ibarettir. Kötülükler ve kötüler olmazsa iyilerin kıymeti bilinmez. Çirkinlikler olmazsa, güzelliklerin varlığından haberdar olunmaz. Sevap ve günah, iyilik ve kötülük insanoğlunun tabiatında var olan gerçeklerdendir. Cennet ve cehennem boşuna yaratılmamıştır. Herkes işlediğinin karşılığını muhakkak bulacaktır. Amellerin tartılması haktır. İyilikler ve sevapların hiçbiri mükafatsız, karşılıksız kalmayacağı gibi, merak etmeyin ki; kötülüklerin, günahların karşılığı olan cezası da muhakkak olacaktır. Bunun için her türlü acı gerçekleri özümsemek, tebessümle, sabırla ve son derece doğal olarak karşılamak, hayatın bir esprisi olarak değerlendirmek gerekmektedir. Mutluluğun kaynağı da bu şekilde olan gerçekçi bir yaklaşım tarzını benimsemektir. Neticede hiçbir şey bizim mutluluğumuzdan önemli ve önde olan şey değildir. Varsın kötü insanlarda olsunlar, yaşasınlar bu toplumda. Neticede şu fani dünyada herkes bir sınava tabi tutuluyor.
13- ERKEN KALKMAYA ALIŞIN
Akşam erken yatıp sabahleyin erken kalkmanız hayatınızda yeni ve güzel bir devrim olacaktır. Sabahleyin şafak sökmeden, sabah ezanından önce kalkılıp ılık bir duş veya aptes alınması, daha sonra sabah namazının kılınması, evde sessizce kendinizi dinlemeniz, gökyüzünü seyretmeniz, şafak söküşünü izlemeniz ve güne bu şekilde başlamanız size hem yeni bir enerji verecek hem de bütün psikolojiniz ve moraliniz bu enerjiyle düzelecektir. Sabah namazında melekler hazır bulunur, sabah namazında Allah ile kulun arasında hiç mesafe yoktur, dualar, niyazlar daha çabuk Rabb’e ulaşır. Sabah vaktinde şafağın sökmesi, karanlığın aydınlığa dönüşmesi, kuş ve horoz seslerinin dinlenilmesi, güneşin doğuşunun seyri, insana çok derin bir iç huzuru ve tefekkür imkanı verecek, kişi daha fazla ibadete, Rabb’ına teslimiyete yönelecektir.
14- SORUNLARINIZA OLAN BAKIŞ AÇINIZI DEĞİŞTİRİN
Muhakkak ki engeller, sorunlar, zorluklar, musibetler hayatın birer parçası ve doğal gerçeğidirler. Bunu bu şekilde kabul etmek zorundayız. Aslında gerçek mutluluk ve huzur tüm sorunlarımızdan arındığımız, kurtulduğumuz zaman değil, sorunlarımıza olan bakış açılarımızı değiştirdiğimiz zaman elde edilebilecektir. Olaylara ve sorunlara karşı bakış açıları ve geliştirilen çözüm yollarının herkese göre çeşitli biçimleri, yöntemleri ve farklı uygulanabilirlik yönleri olabilir. İç dünyanızda yeni bir benlik devrimi yapınız. Bana yeni bir ben lazım diyerek yola çıkılmalı, değişmek için ısrarcı olmalı ve direnmeliyiz. Üzerimizde olumlu olan her şeyi korumalı, olumsuz olan her şeyi de terk etmek için savaş vermeliyiz ve mutlaka başarmak için direnmeliyiz. İnsanın karakteri ve yapısı; gelişmeye, yenilenmeye, bakış açılarını radikal bir şekilde değiştirmeye alışık ve meyilli değildir. Buna rağmen bu karakterlerini değiştirmek, kendilerini yenilemek isteyenler, kendi üzerindeki bir karakter reformunda ısrarcı olanlar bunu pekala başarabilirler. Olaylara hep aynı paralelden, aynı pencereden ve aynı gözlükle aynı mesafeden bakmak yerine; zamana, mekana ve bilimsel verilere göre farklı seçeneklerin, önyargısız fikirlerin ve bakış açılarının denenmesi bizim için hayatımızda yeni dönemlerin, ufukların başlangıcı olabilir. Sorunlarla, meşakkatlerle başa çıkmanın, huzurlu ve mutlu olmanın yollarından biri de; bakış açılarımızı değiştirmek ve sabit olan bakış açılarımızda yeni devrimler yapmak olacaktır.
15- HAYATI OLDUĞU GİBİ KABUL EDİN
Temel felsefemiz; hayatın belirlediğimiz ve hedeflediğimiz gibi olmasında ısrar etmeyip,’ olabildiği şekliyle kabul etmemiz ve bununla mutlu olmamız ‘ olmalıdır. Çünkü içimizdeki mücadelelerin çoğu hayatı tüm unsurlarıyla kontrol etme arzusundan ve gerçekte olduğundan farklı hale getirme ısrarından kaynaklanmaktadır. Ne var ki hayat her zaman istediğimiz, hayal ettiğimiz gibi değildir. Belki de hiçbir zaman olmayacaktır. Bizim huzurumuz o anın gerçeğini ne derece kabul ettiğimize bağlıdır. İnsanların sizin istediğiniz, beklediğiniz şekilde davranmamalarına hiç aldırış etmemeniz, doğal görünmeniz, sizin için ayrı bir mutluluk kaynağı olacaktır. Üzerinde çalıştığınız çok önemli bir projeyi; başkalarına kabul ettirememeyi, ikna edememiş olmayı, bozguna uğramış olmak gibi algılamayın, kendinizi başarısız olarak görmeyin, ya da projenizin bir işe yaramamış olduğunu kesinlikle düşünmeyin. Yaşamınız boyunca, hayatın istemediğiniz, arzulamadığınız bir gerçeğiyle karşılaştığınızda bunu kolayca ve olgunca kabullenmeniz sizin için en doğal davranış biçimi olacaktır.
16- BİLMEMENİN RAHATLIĞINI DUYUN
Bir zamanlar yaşlı ve bilge bir adamın yaşadığı bir köy varmış. Köylüler ne zaman bir konuda çıkmaza girseler, kaygıya kapılsalar, bu adamın yanına koşarlar ve onun açıklamalarıyla tatmin olurlarmış. Bir gün köyün çiftçilerinden biri, büyük bir telaş içinde bilge adama gelmiş. “Bilge adam, bana yardım et, korkunç bir şey oldu; öküzüm öldü, tarlamı sürecek başka hayvanım yok! söyle bana, bundan daha kötü bir şey olabilir mi?” demiş. Bilge adam cevap vermiş: ”Olabilir de, olmayabilir de.” Adam: koşarak köye dönmüş ve komşularına bilge adamın aklını yitirdiğini söylemiş. Tabii ki, başına gelenden daha kötü bir şey olamazmış. Bilge adam bunu nasıl göremiyor diye düşünmüş. Ne ki, ertesi gün çiftçi çiftliğinin yakınlarında başıboş gezen genç ve güçlü bir at görmüş. Adamın artık bel bağlayacağı öküzü olmadığı için, aklına bu atı yakalayıp ölen hayvanının yerine kullanmak gelmiş... ve atı yakalamış. Ne sevinmiş! O güne kadar tarla sürmek hiç bu kadar kolay ve keyifli olmamış. Yanıldığını söyleyip, özür dilemek için bilge adama gitmiş. “Haklıymışsın, bilge adam. Öküzümü yitirmek olabilecek en kötü şey değilmiş. Tersine, tanrının bir nimetiymiş! Eğer başıma bu gelmeseydi yeni atımı yakalayamazdım. Sen de kabul edersin ki bu da olabilecek en güzel şey ”. Bilge adam bir kez daha, “Olabilir de, olmayabilir de.” demiş. “Eyvah “ diye düşünmüş çiftçi. “Bu adam gerçekten keçileri kaçırmış.” Oysa, çiftçi yine olacaklardan habersizmiş. Birkaç gün sonra oğlu ata binerken düşmüş. Bacağı kırıldığı için artık tarlada babasına yardım edemeyecek duruma gelmiş. Açlıktan öleceğiz diye hayıflanmış çiftçi ve bir kez daha bilge adama koşmuş. Bu kez ona, “Atı bulmamın olabilecek en güzel şey olmadığını nasıl bildin?” diye sormuş. “Bir kez daha haklı çıktın. Oğlum sakatlandı ve tarlada bana yardım edemez hale geldi. Bu kez artık bundan daha kötü bir şey olamayacağına eminim. Herhalde sen de kabul edersin.“ demiş. Ne var ki, bilge adam yine sakin bir ifadeyle çiftçinin yüzüne bakmış ve onun üzüntüsünü paylaşan bir sesle, “Olabilir de, olmayabilir de.” demiş. Bilge adamın bu denli cahil oluşuna öfkelenen çiftçi hışımla tekrar köyüne dönmüş. Ertesi gün köye askerler gelmiş ve yeni patlak veren savaş için ne kadar eli ayağı tutan erkek varsa hepsini savaşa götürmüşler. Köyde bıraktıkları tek genç ise çiftçinin oğluymuş. Böylece orduya alınanlar büyük ihtimalle ölecekken, oğlanın hayatı kurtulmuş . Bu masaldan alınacak önemli bir ders vardır. Gelecekte ne olacağını bilemeyiz... sadece, tahminde bulunur ve bunun gerçekleşeceğine inanırız. Çoğu zaman ufak bir şeyi büyütme eğilimindeyizdir. İleride korkunç şeyler olacak diye, kafamızda olmadık senaryolar üretiriz. Ve çoğu zaman da yanılırız. Sakin kalıp, çeşitli ihtimallere açık olabilsek, eninde sonunda her şey yoluna girer. Unutmayın: olabilir de, olmayabilir de... Bilmemenin rahatlığını duymak büyük bir saadet ve huzur kaynağıdır, insan için en büyük nimetlerden biridir aslında. Ama gerçek hayatta kimse bunun farkında olamamaktadır. Düşünün bir kere bilmemek ne güzel, ne rahat şey. Bir yıl sonra bir trafik kazası yapacağınızı ve bu kazada kesin olarak öleceğinizi öğrenmiş olsanız ne yaparsınız, hayatınız nasıl olurdu. Etrafınızda; duymadığınız da, öğrenmediğiniz de hayatınızı hiçbir şekilde olumlu veya olumsuz olarak etkilemeyecek bir çok gelişme ve konular olabilir, varın bunları siz duymayın, öğrenmek için merak bile etmeyin ki, bu sayede mutlu, sağlıklı ve huzurlu olun. Hayatımızın akışı içerisinde bir çok şeyi bilmemek ,duymamak, görmemek, öğrenmemek Allah’ın insanoğluna olan lütuflarından bazılarıdır. Bunun içindir ki bilmemenin rahatlığını yaşayın ve hayatınızı anlamlı kılın.
17- OLAĞAN ŞEYLERDEKİ OLAĞANÜSTÜLÜĞÜ ARAYIN
Bir gazeteci iki inşaat işçisine gitmiş ve birine sormuş: ”Ne yapıyorsun?” Adam çok az ücretle köle gibi çalıştığından, bütün gününü, tuğla parçalarını üst üste yığmakla heba ettiğinden yakınmış. Gazeteci aynı soruyu, aynı işi yapan diğer işçiye de yöneltmiş. Adamın cevabı çok farklı olmuş. “Ben dünyanın en talihli insanıyım.” demiş; “birbirinden güzel ve önemli mimarlık şaheserlerinin yaratılmasında rol oynuyorum. Bu tuğla parçalarının eşsiz sanat eserlerine dönüşmesine yardım ediyorum.” demiş. Her iki işçi de haklıdır. Gerçek şudur ki; biz hayatta neyi görmek istersek onu görürüz. Eğer çirkinlik, eksiklik ararsanız, bol miktarda onları bulabilirsiniz. Eğer amacınız çevrenizdeki insanlarda, işinizde, bütün dünyada kusur bulmak ise, hiç zorluk çekmeden pekala bulabilirsiniz. Ama tersi de geçerlidir. Eğer; yukarıdaki örneklerde olduğu gibi olağan şeylerdeki olağanüstülüğü ararsanız, bunu görmeyi de öğrenebilirsiniz. O inşaat işçisi, dizdiği tuğlalarda görkemli katedraller görebiliyor. Mesele bunu sizin de görüp göremediğinizdir, algılayış ve bakış açılarınızdır. Dünyamızdaki olağanüstü uyumu, evrendeki hareketliliğin kusursuzluğunu, doğadaki olağanüstü güzelliği, insan yaşamındaki inanılmaz mucizeyi görebiliyor musunuz? Bence bu tümüyle bir niyet meselesidir. Şükredeceğimiz, hayranlıkla bakacağımız o kadar çok şey var ki. Hayatın kendisi çok değerlidir ve olağanüstüdür. Dikkatimizi bu noktaya verdiğimiz anda küçük ve olağan bulduğunuz şeyler bizim için yepyeni bir anlam kazanacaktır.
18- İÇ DÜNYANIZ İÇİN ZAMAN AYIRIN
Bütçe planlaması alanında dünyanın her tarafında kabul edilmiş bir ilke vardır; diğer faturalar ödenmeden önce, ilk ödemeyi kendinize yaparsınız; bu, kendinizi bir alacaklı olarak düşünmektir. Bu finans felsefesinin mantığı şudur: kendi alacağınızı başkalarına yapılacak ödemeler tamamlanana kadar beklettiğiniz taktirde, size hiçbir şey kalmayabilir. Sonuç olarak siz hep kendi alacağınızı ertelersiniz ve sıra size geldiğinde, iş işten geçmiş olur. Aynı ilkeyi iç dünyanızla ilgili programlarınıza uyarlamak da son derece önemlidir. Buna başlamak için bütün işlerinizin ve sorumluluklarınızın bitmesini beklerseniz, bu başlangıcı hiç yapamayacağınızı bilmelisiniz. Sanki gerçek bir randevunuz varmış gibi, her gün kısa bir süreyi programınıza dahil etmek, kendinize biraz zaman ayırmanın tek yoludur. Örneğin; bundan böyle sabah erken kalkmaya başlayıp, bir saatinizi okumaya, dua etmeye, düşünmeye, meditasyona, yoga veya beden egzersizleri yapmaya ya da ne ile uğraşmak istiyorsanız onu yapmaya ayırabiliriz. Bu zamanı nasıl kullanacağınız tamamen size kalmış bir şeydir. Önemli olan; bu süreyi programınıza yerleştirmek ve buna uymaktır. Bir anne, sırf yapmak istediği şeylere zaman ayırabilmek amacıyla özel bir bebek bakıcısı tutar. Aradan bir yıl geçtikten sonra şimdi bu hanım bu uygulamasının faydalarını fazlasıyla gördüğünü ve inanamayacağı kadar mutlu olduğunu söylüyor. Bir bebek bakıcısı tutmanın kendisine bu kadar nitelikli zaman kazandıracağını hiç tahmin etmediğini belirtiyor. Artık bu kişinin böyle bir uygulamadan cayması mümkün değil. Siz de, bir kez karar verirseniz, ihtiyacınız olan zamanı pekala bulabilirsiniz.
19- KÖTÜ KİŞİLERDEN UZAK DURUN.
Huzurlu ve mutlu olmanın, sıkıntı ve streslerden uzakta kalmanın en temel esaslarının başlıcaları; kötü kişilerden, karanlık, önü görünmeyen, rizikolu işler ve arkadaşlardan kesinlikle uzak durmaktır. İnsanın başına gelen bir çok olumsuzluğun ve sıkıntının kaynağı ve sebebi kötü arkadaş, kötü çevre ve kötü ilişkiler olmuştur. Bu konuda; iş ortaklarınızı, çalışma arkadaşlarınızı ve komşularınızı seçmede çok ihtiyatlı, dikkatli, seçici olmalısınız. Çevreniz, arkadaşlarınız, dostlarınız çok olacağına, az olsun ama nitelikli, kaliteli, dürüst, size her konuda yararlı olabilecek ,güvenilir, emin olunan, insana huzur ve güven veren gerçek kişiler, insanlar, dostlar, arkadaşlar olsun. İyi arkadaş insana adeta bir ilaç gibi gelir. İyi arkadaş sayesinde hem kötü işlere ve yollara girmez, sıkıntılara düşmezsiniz; hem de olabilecek bir çok olumsuzluklardan korunur; veya sıkıntılı hallerinizi iyi arkadaşlarınız sayesinde çok daha kolay bir şekilde atlatabilirsiniz. Bir de; bir insanı birden fazla denemeyin. Bir kere deneyin ikinciyi asla denemeyin. Çünkü birinci denemeyle ikinci deneme arasında hiçbir fark görülmeyecektir. İlk izlenimler çok önemlidir, insana en net ve kestirme fikri çoğu kez ilk izlenimler verebilir. İlk tanıştığınızda bir adamı gözünüz kesmemişse o ilerisi içinde geçerli olacaktır. Çünkü insanların fiziki görünüşleri ve davranışları çoğu zaman kişiliklerini ve haleti ruhiyelerini de ortaya koyabilir. Genel olarak insan ilk izlenimlerinde kolay kolay yanılmadığını görür. Çünkü; insanoğlu birtakım huy ve karakterlerini üzerinden atamamakta ve kolay kolay değişememektedir. Değişim insan için çok zordur. İnsan kişiliğini, şahsiyetini, itibarını kötü bir şekilde zarara uğrattığında onu tekrar eski haline getirememektedir. Onun içindir ki; herhangi bir olumsuzluğunu, hatasını, kötü, çirkin bir yönünü gördüğünüz veya duyduğunuz bir kişiyi, belki düzelir, belki bir daha böyle şeyler yapmaz düşüncesinden hareketle onunla bir işe ve arkadaşlığa girmeniz, ona bir şey emanet etmeniz veya onunla bir yola çıkmanız sizi eninde sonunda mutlak bir hüsrana uğratacaktır. O kişi; yaptığı kötü işleri ve huylarını ilk fırsatını bulduğunda yeniden ve daha fazlasıyla yapacak ve size büyük zararlar verecektir. Bu yargı defalarca yaşanmış, denenip test edilmiş ve pratik tecrübelerden sonra elde edilmiş önemli bir gerçektir. Tabiiki bunun aksi de olabilir. Yani insan kötü alışkanlıklarından ve huylarından tamamen kurtulabilir çok değişik bir kişiliğe de bürünebilir. Nitekim Kur´an-ı Kerimde de bu hususa dikkat çekilmiştir. Müslümanların; imanında ve sözünde doğru olanlarla beraber olmaları, onlarla arkadaşlık ve dostluk etmeleri, kötü kişilerden uzak durmaları, cahillerden yüz çevirmeleri konularının üzerinde önemle durularak bunlara uyulması tavsiye edilmiştir.
20- STRESTEN UZAK, HUZURLU, MUTLU SAĞLIKLI ve HAYATTA BAŞARILI OLABİLMEK İÇİN DİKKAT EDİLMESİ ve UYULMASI GEREKEN TEMEL HUSUSLAR - TAVSİYELER
v Günlük yaşantınızda ufak tefek şeyleri dert ederek yaşam enerjinizi boş şeylere harcamayın. v Bir işi daha iyi yapayım diye titizlik gösterip kafaya takmayın. Aksilikleri ve kusurlarınızı kabullenin. v Rahat, ılımlı ve neşeli olun. Kızgın ve yorgun hallerde karar vermeyin. v Olumsuz ve güvensiz düşüncelerin ayrıntılarından kaçının. Olayları çok merak ederek derinlemesine araştırmayın. Hiçbir olayı büyütmeyin, vesveseye girmeyin. v Kendinize sınırlar koymayın. Olmazsa olmaz kesin sınırlar ve kurallardan vazgeçin. v Sıkıldığınız ve yorulduğunuz bir işi o anlık bırakın, daha sonra devam edin. v Manzaralı ve bol güneşli evi seçin. Evinizin içinde çeşitli panolar, manzaralar, doğa ve tabiat posterleri olsun. Onları uzun uzun seyredin. v Sevmediğiniz, hoşlanmadığınız kötü kişilerden kesinlikle uzak durun. Sevdiğiniz, hoşlandığınız kişilerle birlikte olun. v Evde olduğunuzda ev işleriyle meşgul olmaya ağırlık verin. v Uzmanlar hastalarına yaptıkları tavsiyelerde; bol su içmeyi, C vitamini almayı, erkan uyanmayı, alışveriş yapmayı, sigara içmemeyi, kitap okumayı, bilgisayar kullanmayı önermektedirler. v Bir insanı bir kez deneyin. Tekrar tekrar denemenize gerek yoktur. Unutmayın ki ilk izlenimler çoğu zaman insanı yanıltmaz. Size zarar veren, sizi mutsuz eden, güvenemediğiniz insanlarla ilginizi tamamen kesin veya sınırlandırın. Ve denenmişi bir daha denemeyin. v Zihninizi sessizleştirin. Bir çok konuya zihninizde yer işgal ettirmeyin. v Eleştiriye uğramaktan kesinlikle gocunmayın. Eleştirilere savunma refleksiyle karşılık vermeyin. Gırgır olsun diye size yöneltilen eleştirileri kabul edin. v Başkalarının fikirlerine de önem ve doğruluk payı verin, hafifçe de övün, onurlandırın. v Kendinizi iyi hissettiğiniz zamanlarda çok şükredin, dua edin, iyi amellerde bulunun. Kötü hissettiğiniz anlarda soğukkanlı, ılımlı, sabırlı olun, ibadete, duaya yönelin. v Gevşeyin, rahatlayın. Gevşemek; düşünce tarzınızı değiştirmekle mümkün olduğu gibi; güzel bir masajla, spor ve jimnastik yapmakla, duş almakla, yüzmekle de olabilir. v Başladığınız bir işi bitirmeden başka bir işe başlamayın. Aynı anda birkaç iş yapmaya çalışmayın. v Aza kanaat getirin. Sahip olmak istediklerinizi değil elde etmiş olduklarınızı düşünün. v Olumsuz düşüncelerinize yüz vermeyin. v Bulunduğunuz konumda ve halde mutlu olmaya bakın. Belirsiz bir geleceğe mutluluğunuzu ertelemeyin. Beklediğiniz zaman belki de hiç gelmeyebilir. v Spor ve egzersiz yapmaya başlayın. v Kendinize dinlenmek için zaman ayırın. v Küçücük şeylerle mutlu olmasını bilin. v Olaylar karşısında soğukkanlı olun. v Her türlü olumsuz sürprize karşı psikolojik olarak hazırlıklı olun. v Asla alıngan ve kırılgan olmayın. Sabırlı ve hoşgörülü olun. Her davranışı, söz ve hareketi aleyhinize yorumlamayın. v Çok dost yerine az ve güvenilir, samimi dost edinmeye çalışın. v Cahillerden ve kötü huylulardan yüz çevirin. v Sıkıntılarınızı içinize atmayın, güvenilir dostlarınıza anlatın, paylaşın. v Kuruntu ve vesveselere kapılmayın. Vesvese şeytandandır. Şeytan hep olumsuzlukları empoze eder. v Çalışmaya, dinlenmeye, eğlenceye zaman ayırın. v Hoşlandığınız işler yapın. Karışık ve dibi görünmeyen işlere girmeyin. v Akraba, arkadaş, eş dost ziyaretlerine ağırlık verin. v Aşırı derecede televizyon seyretmeyin. v Zaman zaman radyo programları, bol müzik ve ilahiler dinleyin. v Hafta sonları pikniğe gidin. Sessiz, kimsesiz, yüksek yerleri ve tabii doğa ortamlarını seçin. v Kısa süreli tatil yapın. Ev ortamından uzaklaşarak sakin küçük ve dopdolu güzel beldelerde, otel veya pansiyonlarda müstakil olarak birkaç gün kalıp kendinizi dinleyin. v Top oynayın, spor ve farklı egzersizler yapın. v Gece yüksek ve sakin yerlere çıkarak şehrin ışıklarını, gökyüzünü ay ve yıldızları seyredin. v İşlerinizi yetiştirmek için yoğun çaba harcamayın. Yetiştiremediğiniz işlerinizi erteleyin. v Olmazsa olmazlardan vazgeçin. v Aceleci olmayın. Hemen karar vermeyin. İstişareye, danışmaya ve araştırma yapmaya önem verin. v Can sıkıcı gazete haberlerini okumayın. v Olayları büyütmeyin. Çok basite de almayın. v Paranızı dengeli ve gerekli olan yerlere harcayın. İsraftan kaçının. v Eğlenceye de para ayırın . v Aniden gerekli olabilecek haller için bankada veya güvenilir bir yerde hazır ve nakit paranız ve sermayeniz olsun. v Maddi imkanlarınızın altında yaşamaya çalışın . v Alışverişlerinizi peşin yapın. Kesinlikle krediye ve borçlanmaya girmeyin. v Arkadaşlarınıza borç verirken ihtiyatlı davranın. İkisini de kaybedebilirsiniz. v Rasgele kimselere borç para vermeyin. Borç verirken de bir daha geri alamayacağınızı düşünün. v Cesur olun. Değilseniz bile öyle davranın. Aradaki farkı hiç kimse anlayamaz. v Bol bol gülümseyin. Hem maliyeti sıfırdır hem de değerine paha biçilmez. v İnsanların adlarını hatırlayın. Onlara adlarıyla, saygı ve sevgi çerçevesinde en güzel isim ve sıfatlarla hitap edin. v Küçüklerinizden saygı bekliyorsanız siz de büyüklerinize saygı gösterin. Bir yaş da olsa kendinizden büyüğe ismi ile asla hitap etmeyin. Birbirinizi en güzel hitap ve isimlerle çağırın, hitap edin. v Asla birilerinin umudunu kırmayın. Belki de sahip oldukları tek şey o dur. v Eşinizin çok iyi bir arkadaşı olun. Onunla her şeyi paylaşın. v Ayrıntı profesörü olmayın, teferruatlardan uzak durun. v Köprüleri atmayın. Aynı nehri kaç kez daha geçmek zorunda kalabileceğinizi bilemezsiniz. v Büyük sözler söylemeyin. Çok sık söz vermeyin, verdiğiniz sözleri mutlaka yerine getirin. v Hayatın her zaman adil olmasını beklemeyin. v Zarif olun, kimseyi bile bile kendinizden soğutmayın. v Namınızı koruyun, çünkü hayatta en büyük servetiniz odur. v Paranızı kaybedin ama itibarınızı kaybetmeyin. Çalışarak kaybettiğiniz paranızı kazanabilirsiniz ama itibarınızı asla. v Tanımadığınız kişilerle tanışın, sohbet edin, onları selamlayın. v Güzel giyinin. İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır. v İnsanlara olan övgü ve takdirlerinizi bekletmeyin. Bunları sunma fırsatlarını kaçırmayın. v Hiç kimsenin sözünü kesmeyin. Sizi ziyarete gelenleri kesinlikle ayakta karşılayın. v Az tanıdığınız birine rastladığınızda elinizi uzatın ve adınızı söyleyin. Sizi hatırlayamayabilir. Hatırlayamadığı için de alınmayın, neticede unutmak ta insanoğluna has doğal bir özelliktir. v Telefonu coşkulu, dinamik ve en güzel ifadeler kullanarak açın. v Ölmeden önce kendinize bir yer ayırın ve sık sık oraya gidin. v Gerektiğinden fazla verici olmayın. Zaman zaman hayır demesini de öğrenin. v Geniş olun, rahatlayın. Ölüm kalım gibi durumların dışında hiç bir şey o kadar önemli değildir. v Unutmayın, bir insanın en derin duygusal ihtiyacı, takdir edildiğini hissetmesidir. v Büyük düşünün, ama küçük zevklerin de tadına varın. v Sevdiğiniz, hoşlandığınız kişilerle, arkadaşlarınızla olunuz. Sevmediğiniz, hoşlanmadığınız kişilerin adını bile anmayınız. Bu davranışınız belki size ayrı bir huzur, güven ve mutluluk verecektir. v Bol bol sohbetler yapınız. Tanıdığınız kişilerle, yabancılarla, evde, iş yerinde, sokakta, katıldığınız bir programda, fırsat bulduğunuz her yerde konuşunuz. v Dertlerinizi, sıkıntılarınızı dostlarınızla paylaşınız, onlara anlatınız. v Zaman zaman hatta çoğu zaman, sessiz, ıssız, sakin ortamlarda kalınız, kendi kendinizi dinleyiniz. v Yaşamınızda yeni değişiklikler, düzenlemeler, planlamalar, devrimler, sürprizler yapınız. Reformcu olunuz. Mesela; iş değişiklikleri, mekan değişiklikleri, bölge, il değişiklikleri, ülke değişiklikleri, giyim ve düşünce değişiklikleri, arkadaş ve çevre değişiklikleri, vs. v Rizikolu, stresli, uzun vadeli, önü görünmeyen, ve yabancısı olduğunuz işlerden uzak durunuz. v Tasarruf yapınız, gereksiz harcamalardan kaçınınız. v Zor günler için bir yerlerde birikmiş paranız olsun ve ondan kimsenin haberi olmasın. v Anne ve babanızla sık görüşün, onlara çok iyi davranın ve yardım edin. v Mümkünse gündüz iş arasında yarım saat sessiz bir yerde uyuyun. v Asla borçlanmaya girmeyin ve taksitli alışverişlerden dahi şiddetle kaçının. Paranıza göre alış veriş yapın. v Ramazan ayı içerisinde oruç tutunuz, oruç ve ramazan ayı insana çok farklı bir sıhhat ve huzur verir. v Sıkıntılı ve hırslı olduğunuz zamanlarda aç karnına bal veya arı sütü yiyiniz.
v Allah’tan başka hiçbir kimseye, hiçbir işe bel bağlamayın. v Allah’tan başka kimseden korkup sakınmayın. Yalnızca ondan korkun. v Her şeyi hayra yorun, hep olumlu düşünün. v Sabah namazlarını kılın ve mümkünse camide cemaatla kılmaya özen gösterin.
21- SIKINTI - STRES - DEPRESYON - MORAL BOZUKLUĞU HALLERİNDE TEDAVİ EDİCİ METERYALLER
Arı Sütü: Arı sütü; bizzat Kuran’da şifa kaynağı olduğu bahsiyle zikredilmektedir. Nahl: 68 - 69 ” Senin Rabb’in bal arısına da şöyle vah yetti: Dağlardan ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabb’inin sana has kıldığı, (şaşırmayacağın) yaylım yollarına çık. O arıların karınlarından renkleri muhtelif bal çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Doğrusu bunda da düşünecek bir topluluk için büyük bir rahmet vardır.” buyurulmaktadır. Bal’da, yani arı sütünde; ihtiyarlar, orta yaşlılar ve çocuklar için hemen hemen her derde deva olabilecek şifalar, faydalar vardır. Uyku bozukluklarında, sıkıntı ve stres içinde olan insanlara arı sütü tam bir şifa kaynağıdır. Arı sütü vücut organizmalarının zayıf ve güçsüz düşen mekanizmalarını tedavi eder, eski normuna ulaştırır. Vücudu, bünyeyi kuvvetlendirir, zararlı maddeleri yok eder. Arı sütü ve bal; insanın zayıf ve iştahsız bünyesine iyi gelir. Nefes darlığı ve astım hastalıklarını iyileştirir, cinsi arzuları arttırır, cilt hastalıklarında etkin rol üslenir. İştah açar insana enerji verir. Çocuklarda gelişimi sağlar. Daha sayılamayacak birçok hastalıklara şifa olur. Çay: Yatmaya yakın ve fazla demli olmamak kaydıyla çay sıkıntı ve stres hallerinde yatıştırıcı bir rol üstlenmektedir. Süt: Süt de hem sıkıntı giderici hem de uyku düzenleyici, rahatlatıcı, hücreleri besleyici, kuvvetlendirici bir özelliğe sahiptir. Oğul otu suyu: Oğul otu kaynatılıp suya şeker katılıp tatlandırılarak yatmadan bir saat önce içilir. Müzik: Güzel bir ilahi veya anlamlı sözler ifade eden müzikler, musikiler, yabancı müzik çeşitleri insan ruhuna hitap ederek belli bir yöne doğru insanın dikkatini yönelterek, ruhu motive eder, gönülleri ve duygu motivasyonlarını besler, dikkatleri, ve şuuru farklı istikametlere yönlendirir. Bu bir belgesel film olabileceği gibi, hayvanlar alemi ile doğa veya tabiat alemini anlatan filmler de olabilir. Bedensel hareketler: İnsan bedenindeki hücreler, kanın taşıdığı diğer faydalı maddelerle beslenir. Stres tepkisi esnasında damarlar daraldığı için hücrelere giden kanda azalma meydana geleceğinden hücreler yetersiz beslenecektir. Hücrelerin yaşama süresini uzatmanın ve onları sağlıklı kılmanın yolu fiziksel eksersizdir. Damarların genişlemesi ile artan ve hızlanan kan akımı hücreleri daha iyi besler. Böylece hem daha sağlıklı olmaları hem de uzun ömürlü olmaları sağlanır. Solunum eksersizi: Stres tepkisinin olumsuz sonuçlanmasını azaltmak veya ortadan kaldırmak için solunum eksersizi ideal bir çözüm yoludur. Stres esnasında vücutta meydana gelen kimyasal maddeler, solunum eksersizi sırasında kaybolur. Derin nefes alma, kalp ve akciğerin daha iyi çalışmasını sağlar. Damarlar genişler ve oksijen vücudun en uç noktalarına kadar ulaşır. Gevşeme: Gevşeme stresli ortamda bireye rahatlama becerisi kazandırır. Stres tepkisi esnasında kaslar gerilir, kan şekeri yükselir, solunum artar. Gevşeme hareketleri ile kaslar rahatlar, dikkat alanı genişler, tansiyon düşer, solunum rahat ve yavaş olur ve kan şekeri azalır. Bu teknikle eğitilmiş bireylerde dikkat alanı genişler, düşünce berraklaşır ve duygular keskinleşir. Masaj: Masaj; kasların gevşemesine yardım eder. Masaj yoluyla kas gerilimi azaldığından çeşitli ağrılar da azalır. Masaj sırasında bütün vücuda kaygıyı azaltan, düşünmekten çok hissetmeye imkan veren rahatlama duygusu yayılır. Bilinçli bir masaj, bireyi stresin kargaşasından uzaklaştırarak sağlıklı bir dinlenme imkanı sağlar. Şifalı Kaplıca Tedavisi: Şifalı kaplıca havuzlarındaki doğal sıcak su tedavisinin bir çok hastalığa derman olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla kaplıcaya dayalı sıcak su tedavisinin insanın psikolojik ve ruhi yapısında önemli değişikliklere ve dönüm noktalarına da sebep olabildiği belirtilmektedir. Sıkıntı ve stresten, olumsuz düşüncelerden kurtulmanın, rahatlayıp bütün olumsuz takıntı ve vesveseleri üzerinden atmanın yollarından biri de tamamen yabancı bir ortamda, birkaç gün kaplıca otelinde kalmak ve bol bol sıcak su havuzunda banyo ve doğal su masajı yapmak; insanı rahatlatıp huzura kavuşturacak, bütün sorunlarını, sıkıntılarını tamamen veya kısmen unutmasına katkıda bulunarak farklı bakış açılarına ve neşe kaynaklarına yönelmesini sağlayacaktır. Kaplıca tesislerinde üç beş gün kalan konuklar, çok güzel dinlendiklerini, tamamen rahatladıklarını ve hayat için enerji depoladıklarını belirterek buralardan memnun olarak ayrılmaktadırlar.
22 - ATA SÖZLERİ
v Sıkıntılar akıllıca idare edildikleri takdirde, karakteri terbiye ederler. Smiles v Fazilet, fenalığa karşı sabırlı olmaktır. İbn-i Tahir. v Istırap çekmemiş bir insan saadetten ne anlar. George Sana. v Istıraplar hayatı ve seciyeleri yüceltir. Denys Amiel v Çekilen ıstıraplar insanı yükseklere çıkartan merdivenin basamaklarıdır. İngiliz Atasözü. v Istırap çekmeyen deha yoktur. T. Momsen. v Mutluluk, üzüntü, neşe, tasa, bulaşıcı şeylerdir. Amiel. v Hoşlanmadığına sabretmedikçe, hoşlandığını ele geçiremezsin. Z İsa. v Sabır önceleri insana zehir gibi görünür, fakat bunu huy edinirsen bal olur. Sadi. v Kendi dertlerini unutmak isteyenler, başkalarının dertlerine yardımcı olmaya çalışmalıdırlar. v Dertli adamın umutsuzluklarla, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır, derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun. Mevlânâ v Dertler üzerinde çok durmayan kişi mutludur. Sophokles.
* Ufak tefek sıkıntılar sineklere benzer; biraz hareket onları dağıtır. J.Gustav White. *Zorluk çeken rahat bulur. Şinasi. *Mutlu olmanın iki yolu vardır. Ya isteklerimizi azaltmak ya da imkanlarımızı çoğaltmak. Benjamin Franklın. *Herkesi kör, dünyayı sersem sanmak da bir mutluluktur. Cenap Şahabettin. *Başkalarına mutluluk sağlayabilen adam mutludur. Diderot. *Mutlu yaşamak isteyen adam çok işe girmemeli, kendi gücünden üstün ve yaratılışına aykırı işler yüklenmemelidir. Demokrit. *Mutluluk insana cesaret verir. Goethe. *Mutluluk, karşımıza çıkmasını beklemekle değil, karşısına çıkmayı bilmekle sağlanır. John Web ster. *Sürekli mutluluk sıkıntıdır, onun inişi ve çıkışı olmalıdır. Moliere. *En çok musibete maruz kalanlar peygamberlerdir. Sonra da Salih kişilerdir. Hadisi Şerif Meali. *Serveti kaybolmayan ve vücudu hastalanmayan kulda hayır yoktur. Allah Teala bir kulu sevdiği vakit onu iptila eder. İptila ettiği zaman da ona sabretmesini öğretir. Hadisi Şerif Meali. *İyi insanlar bir musibet geçirdikten sonra daha da iyi olurlar. Frideric Amile. *Bir musibete ne kadar önem verirseniz, tesiri o kadar büyük olur. Voltaria. *Felaketlerin üstünde dimdik oturan insan, soylu ve cesurdur. Napolyon. *Musibetlerin iyi bir tarafı varsa o da bize, gerçek dostlarımızın kimler olduğunu öğretmesidir. Balzac. *Felaket gelip çatmadan önce açık veya kapalı bir şekilde geleceğini mutlaka haber verir. Balzac. *Hemen her zaman felaketlerimizi kendi ellerimizle hazırlarız. Andre Maurois. *Kardeşinin başına gelen için sevinme. Allah ona afiyet verir de aynı musibeti senin başına geçirir. Hadisi Şerif Meali. *Musibetlere tahammül edememek en büyük musibettir. Bias.
23- GÜZELLİKLER ve FENALIKLAR KARŞISINDA MÜSLÜMAN İTİDALLİ ve SABIRLIDIR
İnsanoğlunun hayatında fenalıkların, kötü şeylerin önemli sayılabilecek yeri olduğu kadar, güzel ve iyi şeylerin de yeri vardır. İnsan mutlaka üzülecek ya da sevinecek. Sevinmede ve üzülmede aşırılık, başa gelen kötü şeyler karşısında büyük üzüntü, feryadı figan, hatta sonu isyan olan tutum. Güzellikler karşısında aşırı heyecan, gururlanma ve övünme. Eğer her ikisinin de geliş sebebini mümin biliyor ise mesele yoktur. Kur an-ı Kerim buyuruyor; Hadid. 23: ( “Her şey yazıldı ve tespit edildi ki dünya nimetlerinden) elde edemediğinize üzülmeyiniz ve (Allah’ ın ) size verdiğine de güvenip sevinmeyesiniz. Allah kendini beğenip böbürlenen hiç kimseyi sevmez.” Görüş ve bakış ufkunun genişlemesi, ezel ve ebet tasavvuru, hadiseleri; Allah’ın ilminde takdir olunan yere göre değerlendirmek, her şeyin kainatın ana projesinde yer aldığını, varolduğunu kabullenmek. İşte bütün bunlar; gelip geçici hadiseler karşısında insan ruhunu değişmez ölçülere büyük ve geniş davranışlara sevk eder. Doğrusu, insanoğlu kendi özüyle bu varlıklardan kopacak olursa hadiselerin seyrine göre; ya kendinden geçercesine çılgınlaşır, yahut da feryadı-ü figan eder. Hadiselerle temaşasında geçici bir şeymiş gibi davranır ve her şey onun bu küçük varlığına gelip toslar. Güzelliklerin veyahut fenalıkların canlılar için gerekli olduğunu, Allah’ın gizli ilminde bütün bunların planlanmış ve değerlendirilmiş olduğunu da kabul ederse meseleye tamamıyla vakıf olunmuş olur. Bu düşünceden hareket edersek insan; kaderin başına getirdiği her şeyi huzur ve emniyet içerisinde karşılar. Eline geçiremediği veya elinden çıkan bir şey onu; kendinden geçirip sarsacak kadar üzmez. Elde ettiği bir güzellik de; onu kendisinden geçirecek kadar sevindirmez. Her zaman bütün hadiseleri Allah’ın takdiri ile birlikte gönüllü ve memnun olarak karşılar. Ve bir arif kişinin olması gerekenlerin mutlaka olacağını bilmesinin hoşnutluğu içerisinde huzur ve emniyete erer. Bu öyle bir derecedir ki, ona çok az insan erişebilir. Sıkıntı ve acılar karşısında kendilerinden geçmemeleri, ferahlık ve güzellik anında da aşırı neşeye, kutlamaya dalarak Allah’a teveccüh dairesinden çıkmamaları icap etmektedir.. Her ikisini de aynı şekilde değerlendirip, üzüntü ve sevinçte itidali aşmamaları icap eder. İkrime (r.a) der ki: “ üzülüp sevinmeyen hiç bir kimse bulunmaz. Ama biz sevinci şükür, üzüntüyü de sabır haline getiririz.” Hud. 9-10-11:” İnsanoğluna tarafımızdan bir rahmet (sıhhat ve zenginlik) tattırıp da sonra bunu çekip alıversek, şüphesiz ki, Allah’ın ihsanından tamamen ümidini kesen, evvelki nimeti unutan, nankör bir kimse olur. Fakat ona dokunan bir dertten sonra, kendisine bir nimet tattırsak, doğrusu benden bütün fenalıklar gitti der ve şüphesiz sevinir, öğünür. Ancak her iki halde de sabreden ve Salih amelleri işleyenler müstesnadır. İşte bunlar için bir mağfiret ve büyük bir sevap vardır.” İşte bu aceleci ve zayıf yapılı insanın; gerçek sureti içinde bulunduğu anı yaşayıp geleceği hiç düşünmeyen, geçmişi de hiç anmayan, sonra da karşılaştığı şeylerden dolayı çabucak isyana dalan bir insanın gerçek görüntüsü. Elinden hayır alınınca da hemen nankörlük eder. Halbuki onu Allah bir lütuf ve ihsan eseri olarak vermiştir ona. Sıkıntılı günleri geçip bolluk anları gelince şımarır ve öğünür. Sıkıntılı anlarda sabredip, sıkıntıya tahammül ederek ilahi rahmeti ve bolluğu beklemez. Bolluk anında sevincini normal seviyede tutup, nimet ile övünmekten veya her zaman yok olacağını hesaba katmaktan yana hiçbir harekete geçmez. Şiddete sabrettikleri gibi nimete de sabredenler, şüphesiz sıkıntılara ve zorluklara tahammül ederek zaaf ve zillete düşmekten kurtulanlar; işte bunlar kar da olanlardır. Güzel ameller işleyenler... Her iki halde de, şiddet anında sabır ve tahammül gösterip, nimet anında da şükür ve iyilik yapanlar. İşte onlara mağfiret ve büyük mükafat vardır. Özetle; iyi amel şeklinde kendisini gösteren sağlam ve doğru imandır ki, kişiyi şiddet anında küfredici ümitsizlikten kurtardığı gibi, bolluk anında da aşırı giden şımarıklıktan ve övüngenlikten insanı kurtarır. Hem bolluk hem darlık anında, insan kalbini aynı seviyede tutar. Her iki halde de kalbini sağlam bir bağla Allah`a bağlar, sıkıntının acı balyozları altında ezilip büzülmekten, nimetlere gömüldüğü zaman da haddini aşıp şımarıklık yapmaktan korur onu. Müminin her iki hali de hayırlıdır. Ve bu sadece müminin vasfıdır. Ve böyle bir mümin daima huzurlu ve mutludur. Korku, endişe, tereddüt, vesvese çok ötelerindedir o kişinin.
24- STRESİN MEYDANA GETİRDİĞİ HASTALIKLAR Şurası iyi bilinmelidir ki; stresten kaçmak, stressiz yaşamak mümkün görünmediği gibi, stresten kaçmak için özel bir çaba sarf etmek de insan için yeni bir stres kaynağı olmaktadır. Bilimsel olarak yapılan deneylerde stresten kaçmanın mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Stresten kaçmanın yolları; sigara, içki ve uyuşturucu türü zararlı alışkanlıklar kesinlikle olmamalıdır. Stresten kurtulmak için alınan sakinlik verici ve rahatlatıcı ilaçların bir çoğu da bağışıklık yaptığı için gerçek anlamda kişinin derdine çözüm olmayıp, aksine sorunu bir süre ertelemektedir. Bunun için stresin tedavisi çok geniş kapsamlı bir bilgilenmeyi ve tamamen doğal olan tedbir yöntemlerini uygulamayı gerektiriyor. Stresten dolayı ortaya çıkabilecek olan hastalıklardan bazıları şunlar olabilmektedir. En başta ve belirgin olarak herkes de görülebilen hastalık; uykusuzluk olup; onu takiben, baş ağrıları, migren, yüksek tansiyon, şişmanlık veya zayıflık, gastrit, kabızlık, spastik kolon, koroner yetmezlik, sedef, iktidarsızlık, adet düzensizliği, titreme, tik, kekemelik, gece işemesi gibi rahatsızlıklara rastlandığı görülmüştür.
25- GÜNAHLARDAN DÖNMEK ve TEVBE ETMEK İÇİN ALLAH HASTALIK ve SIKINTI VERİR
Başı boş olarak yaratılmamış olan insanoğlunun, mutlak surette bir gözetleyici tarafından bütün fiillerinin gözetlendiği, kaydediciler tarafından kaydedildiği bilinmektedir. İnsan; iyilik yapma ve sevap işleme iradesine sahip olduğu kadar, imtihan sırrı olarak günah işleme iradesine de sahiptir. Kur`an-ı Kerim`de; insanın yapması, uyması gerekenler ile birlikte; hayatın tüm safhasını düzenleyen bir nizam ve ölçü ortaya konulmuş ve bu ölçüyle insan baş başa bırakılmıştır. En`am. 42 : “ Ant olsun ki, senden önce bir takım ümmetlere peygamberler gönderdik; dinlemediler de, onları, şiddet ve zaruretlerle kıvrandırdık. Olur ki yalvarırlar.” (tövbe ederler diye) En`am. 43 : “ Hiç olmazsa, böyle şiddetimiz onlara geldiği zaman bari yalvarsaydılar!. Fakat kalpleri katılaşmış, şeytan da bütün yaptıklarını kendilerine süslü göstermiştir.” Allah zül’celâl hazretleri, nice beşeri topluluklara, günahlarından vazgeçerek, pişmanlık duyup tövbe etmeleri ve doğru yola girmeleri için musibetlerle ikaz ettiğini açık bir şekilde böylece beyan ediyor. Beşeriyet bu milletlerden pek çoğunu tanımaktadır. İnsanlar kendilerine hatırlatılan bu gerçekleri unutur da, karşılaştıkları şiddetler onları Allah`a yönelmeye ve O`nun huzurunda, ona boyun eğmeye tevcih etmeyince, verilen nimetler şükre ve fitneden sakınmaya bir vesile olmayınca artık demektir ki, onların fıtratı bütünüyle fesada uğramıştır ve bir daha ıslah olması beklenemez. Hayatları tamamen bozulmuştur ki, bir daha yaşamaları mümkün değildir. İşte bunun üzerine kurtuluşu olmayan felaket geliverir üzerlerine. Halbuki doğruyu ve hakkı söyleyen sadece Allah`tır. Neyin ve niçin olduğunu en iyi bilen O`dur. Ve kendi rahmeti ve inayeti ile kullarına ilahi takdirinin ve kanunlarının esrarının bir kısmını, çekinmeleri ve kendine gelmeleri için anlatmaktadır. Ayeti Kerimede belirtildiği üzere; Hak Teâla onları sıkıntı ve eziyetlerle yüz yüze getirmiştir ki, kendilerine dönsünler, vicdanları ve yaşayışlarını kontrol etsinler. Olur ki, şiddetin ağırlığı altında Allah`a dönerler, O’ na boyun eğerler ve yalvarırlar. İnatçılıklarını ve büyüklenmelerini terk ederler. Allah`tan; halis bir gönülle üzerlerinden belayı kaldırmasını isterler. Bunun üzerine Hak teâla da onların üzerlerinden belayı kaldırır ve rahmet kapılarını açar kendilerine. Ne var ki, onlar kendilerinden bekleneni yapmıyorlar, Allah`a sığınmıyorlar, inatlarından dönmüyorlar. Şiddetler onlara bir şuur vermiyor, gözlerini açmıyor, kalplerini yumuşatmıyor. Zaten şeytan derinlerden kendilerine içine düştükleri dalalet ve inadı hoş göstermektedir. “Lakin kalpleri katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara güzel göstermektedir. “ Şiddetlerin Allah`a döndüremediği gönüller taşlaşmıştır. Artık ona şiddetin sıkıntısından doğan yumuşaklık tesir etmez. Ölmüştür o gönüller. Artık hiçbir baskı ona his vermez. Fıtri alıcı verici cihazları atalete mahkum olmuştur. Artık bu gafletten uyaran uyarıcıları algılamaz ve gönlünü uyanık tutarak bu canlı emirlere bağlanıp icabet etmez. Aslında şiddet Allah tarafından imtihan için verilir. Gönlü, canlı bulunanlar bunun karşısında uyanıverirler. Kalplerinin kapısı açılır ve bu şiddet onları Rabbi Zül Celâllerine döndürür. Artık onlara acımak , Allah`ın kendi üzerine aldığı rahmeti mey ânındadır. Ölülere gelince; şiddet hiçbir fayda vermez onlara. Yalnız Allah`ın karşısında hüccetsiz kalmalarını ve özürlerinin kabul edilmemesini sağlar. Şiddet bir bakıma onlar için bedbahtlık vesilesi ve azaba sebep oluştur. İşte Hak Teâlanın yüce Resulüne ve onun peşindeki İslam ümmetine haberlerinden kıssalar sunduğu bu milletler şiddetten faydalanmasını bilmemişler, Allah`a sığınmamışlar ve şeytanın kendilerine güzel gösterdiği döneklik ve inatlıktan vazgeçmemişlerdir. İşte bu sırada Hak Teâla onlara bolluk veriyor ve bollukla da imtihan ediyor. Bolluk da başka bir imtihan şeklidir. Tıpkı şiddet gibi. Hatta bollukla imtihanın derecesi “şiddetle” olan imtihandan daha fazladır. Ve Hak Teala kullarını şiddetle imtihan ettiği gibi bollukla da imtihan eder. Kendisine itaat edenleri ve isyankarları aynı şekilde dener. Hem bollukla, hem de şiddetle... Şiddetle imtihan edilen mümin sabreder. Bollukla imtihan edilince de şükreder. Böyle olunca da; her iki halde de mümin için hayır vardır. Bir hadis-i şerifte bu husus şöyle ifade buyurulmuştur ; “Ne tuhaftır ki, müminin bütün işleri hayırla doludur. Ve bu hayır müminden başka kimse için yoktur. O` na bir bolluk isabet edince şükreder. Ve bu onun için hayırlıdır. Bir sıkıntı dokununca da sabreder. Bu da onun için hayır olur. “
26- PSİKOLOJİK VE RUHSAL YÖNDEN DUA
Dua; mü`minin silahıdır. Dua; müminin Allah`a karşı rağbeti, teslimiyeti, niyazı, hayır, rahmet ve yardım dilemesidir. Duanın çok yönlü psikolojik etkileri vardır. Dua; insanın duygularını, algılarını, davranışlarını, ruhi ve bedeni sağlığını, hatta maddi olayları bile değişikliğe uğratan etkiler yapabilmektedir. Bir başka deyişle dua; bir tür zihni ve uzvi değişiklikten ibarettir. Ancak dua eden kimsenin elde edeceği psikolojik değerlerin, bütünüyle o kişinin inancına bağlı olduğu da bir gerçektir. Samimi ve kalbi inanç sürdüğü müddetçe duanın insan üzerindeki etkisi mutlak ve kesindir. Bu yönüyle dua; zihnin maddi olmayan aleme doğru çekilmesi, bazen her şeyin değişmez ve üstün prensibinin huşu içinde bir temaşası, ruhun Allah`a doğru yükselişi, hayat denilen mucizeyi yaratan varlığa karşı aşk ve tapınma ifadesi, her şeyi yaratan, en üstün kemal, kuvvet ve güzellik kaynağı, herkesin kurtarıcısı ve hamisi olan görülmez bir varlıkla ilişkiye geçmek için yapılan bir gayret, Allah`ın durmadan taşan sevgi ve alakasına kulun verdiği bir cevaptır. Ruhsal yönden duanın önemi insan için çok büyüktür. Tatmin edilememiş olan, sonsuz istek ve arzularımız şuur altına atılarak bizde umulmayan zamanlarda çeşitli buhranlara, çeşitli huzursuzluk ve iç sıkıntılara yol açabilir. Dua ile en gizli, en mahrem duygularımızı dile getirir, içimizi boşaltır, ümidimizi kuvvetlendirir, korku ve endişelerimizi hafifletiriz. İçimize eşsiz bir rahatlık verir, gerginliklerimizi gideririz. Duasız bir insan ışıksız bir mahzene benzer. Dua ile kendimizi Allah´a daha yakın hissederiz. Duasız insan; yalnızlığın karanlık hapsi altında çırpınan zavallı gibidir. Dua ile; benlikli davranış ve düşüncelerimizi aşabiliriz. Çünkü dua, engel ve uzaklıkları tanımaz. Dua ile ruh gücümüzü kanatlandırıp canlandırırız. Duada iç varlığımız aydınlanır. Duada kendi gücümüzle değil, Allah`ın sonsuz gücüyle meydan okuruz. Namazda; Allah`ım bana doğru yolu göster, beni eğri ve kötü yoldan koru, bana kuvvet ver, bana zorluklara karşı dayanma gücü ver, bana sabır ver, gönül huzuru ve hoşnutluğu ver, sağlık, sıhhat ve afiyet ver, beni gerçek müminlerden eyle, takva sahibi müminin seviyesine yakınlaştır, şeytanın tuzaklarından, vesvesesinden uzaklaştır’ demek suretiyle, bir taraftan kendimizi, insanlık haysiyetimizi koruyup yükseltmeye, öbür taraftan sınırsız güçsüzlüğümüzü Cenâbı Hakkın sonsuz kudretine bağlar, ruhumuzda eşsiz bir enerji depo ederiz . Bir akümülatör zamanla boşalır . Onu bir kaynağa bağlayıp şarj etmemiz gerektiği gibi, dış tesirlerle dengesi bozulan varlığımızı ilahi feyizlerle beslemek ve ruhi bir enerjiyle doldurmak işin en kestirme yollarındandır. İbadet ve dua yapmamaktan dolayı ruhları aç kalan nice insanlar vardır ki; medeniyetin bütün lüks ve konforu, elerindeki senet ve imkanları onları mutlu edememiştir. İç huzurundan yoksun olan bu biçareler, vicdanları ile baş başa kalmaktan kaçınırlar. Bu gün bir çok hastalıkları meydana getiren çeşitli mikroplar keşfedilmiştir. Bazen yıllarca bu mikroplarla beraber yaşarız, hastalanmayız da; acaba neden günün birinde onların pençesi altında kıvranırız. Çünkü, o ana kadar vücudumuzun savunma sistemi mikropları yenebilecek durumda idi. Peki niçin bedenimizin direnci birden kırıldı. Ruh ve beden tababeti bu hususu da ruhi sebeplere bağlama meylindedir. Şöyle ki : çeşitli ruhi gerginlikler,üzüntüler, korkular, imansızlık ve ümitsizlik; vücut müdafaasını üzerine alan hücrelere tesir ederek adeta onların direncini felce uğratıyor, böylece meydan mikroplara kalıyor ve mücadeleyi kaybediyoruz. Psikiyastrisler, sinirlerimiz gergin, ruhumuz ıstırap içerisinde olduğu anlarda, birisine derdimizi söyleyerek boşalmanın, ilaç yerine geçtiğini söylüyorlar. Kimseye söyleyemeyeceğimiz dertleri bile, her şeyi duyan ve her şeye gücü yeten Allah’a söyleyebilir, sırlarımızı sadece O’na açabilir ve yalnız ondan imdat bekleyebiliriz. Budha’dan sonra Hintlilerin en büyük lideri olan Mahatma Gandhi: “ Duaların yardımı olmasaydı, kısa zamanda çıldırırdım “diyor. Harward Üniversitesi’nde Felsefe profesörü William James: ”Üzüntüyü tedavi eden en kuvvetli ilaç, dini inançtır” der. Nobel mükafatı kazanan Dr.Alexis Carrel de:” Bir kişinin yapabileceği en kuvvetli iş duadır. Dua, Dünyanın çekim kuvveti gibi gerçek bir kudrettir. Hiçbir tedavinin fayda vermediği vakalarda, insanların sadece dua gücü ile hastalıklardan ve melokinden kurtulduklarını gördüm”. açıklamasında bulunmuştur..
27- KUR`AN-I KERİM VE NAMAZ MÜMİNLER İÇİN ŞİFADIR Kur`an Allah`ın kelamıdır, yeryüzü ve gökyüzü nizamının rehberidir. Kur`an’da hiç bir konu eksik bırakılmamıştır. Kur`an’ın ayetleri ve hükümleri müminler için şifa ve huzur kaynağıdır. Kur`an kalpleri yumuşatır, gönülleri coşturur. İsrâ. 82: “ Biz Kur`andan öyle ayetler indirmekteyiz ki, müminler için şifa ve rahmettir. Zalimlerin de ancak sapıklığını artırır.” Kur`anda; vesvese, tereddüt ve şaşkınlığı tedavi eden şifalar vardır. Kur`an ve namaz kalbi Allah`a ulaştırır, ona huzur ve sükun bahşeder, himaye ve emniyet altında olduğunu hissettirir. Hayatta insanı memnun kalır, tereddüt, kararsızlık, ümitsizlik, sıkıntı, bunalım ve vesvese gibi rahatsızlıkları tedavi eder. Kur`anda ruhani ve beşeri hastalıkların tedavileri mevcuttur. Kalbe arız veren afetlerden; zaaf ve yorgunluğu giderir, kalbe ve gönül’e huzur ve sükunet sağlar. Tefekkür ve şuurdaki çeşitli yönelişlere istikamet veren Kur`an bu sahanın bütün hastalıklarını da tedavi eder. Aklın; hadde tecavüz etmesine fırsat vermez, faydasız şeylerle enerjisini tüketmesine mani olur ve verimli sahalarda faaliyet göstermesi için ona tam bir hürriyet tanır. Aklın; sağlam ve mazbut bir program içerisinde çalışmasını ister. Onu ifrat ve tefritten alıkoyarak semere verecek bir çalışmaya sevk eder. Sürekli namaz’la, Kur`an’a bağlı kalan insan, Kur`an’ın emir ve tavsiyelerine uyarak, onun uhrevi dinamiklerine bağlanarak, kötü işlerden kendini otomatikman caydıracaktır. Yunus 57: “ Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplerdeki şüpheye bir şifa ve müminler için bir hidayet ve rehber olarak Kur`an geldi...” Muhammet 24: “Öyle olmasa, Kur`an’ı (içindeki nasihatleri) düşünmezler mi? Yoksa ( münafıkların ) kalpleri üzerinde üst üste kilitleri mi var ...” Sad.29 :“ Sana indirdiğimiz bu Kur`an, hayır ve bereketi çok bir kitaptır. Ta ki Ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri ibret alsınlar.” Kur`an’ın emri olan sabır ve namazla Allah’ tan yardım istemek, mağfiret dilemek, doğru istikamete yönelmek ve Allah`a izdivaç, müminler için vazgeçilmez bir can simididir. Bakara 45:“ Bir de sabır ve namazla Allah’ tan yardım isteyin, gerçi bu zor gelir, fakat saygılı kimselere değil.” buyurulmaktadır. Namaz; bir meşguliyet, bir teslimiyet, bir arınma ve bir kurtuluş reçetesi olarak insan psikolojisinde de tek otorite ünitesi konumundadır. Çünkü bir günün namazında neler yok ki. Bir günün farz namazları 20, sünnet namazları da 20 olduğuna göre bir günün içerisinde 40 rekatlık bir namazda; 40 Besmele, 40 Fatiha, Yaratıcının Errahman - Errahim sıfatlarının 80 defa anılması, 222 defa tekbir, 120 defa Sübhanerabbiyel Aziym, 240 defa Sübhane rabbiyel Ala, 15 defa Sübhaneke, 375 defa tesbihat, 222 defa tekbir, 40 defa Semiallahü Limen hamide, 40 defa Rabbena Lekel Hamdı, 40 defa Amin, 33 defa zammı sure, 21 defa Peygamberimize selam, 21 defa Allah’ın Salih kullarına selam, 21 defa kelime-i şahadet, 26 defa selam, 26 defa konut duaları, 15 defa saleti şerife, 13 defa Allahümme Entesselamü ve min kesselam, 15 defa euzü besmele ve günde tam 5 defa Rabsisiyle baş başa yapılan izdivaç, dertleşme ve tam teslimiyet duası da olmak üzere bir günde toplam 1691 kez insanın madde ve mana aleminde kalıcı tesirler bırakan, yaratana bağlılık ve teslimiyet eksersizleri ve hamdeleri yapılmaktadır. Böyle bir nefisin ve meşgalenin içerisinde olan bir beyinde sıkıntı ve stres, olumsuz düşünce ve mikroplar nasıl barınmaya yer bulabilir ki.
28- ŞEYTAN SÜREKLİ VESVESE VE KURUNTU VERİR
Şeytan; insanoğlunu devamlı kötülüğe, günaha girmeye ve isyana sevk eder. Kötü şeylere, haramlara yöneltir, haramları güzel ve hoş göstermeye çalışır. İnsanın aklına değil, nefsine uyması için mücadele eder. Ve şeytan insanı varsayımlara, boş hayaller ve ümitlere, gereksiz korkularla endişelere, sıkıntılara, olmadık kuruntular ve vesveselere sokar. Şeytanın bu nüfusu aslında kendi dostlarına ve imanında sadakat göstermeyen, akli melekelerini doğru müşahede edemeyenler üzerinedir. Nisa:119;“....Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, gerçekten açık bir ziyana düşmüştür.” Nisa:120; “Şeytan onlara vaat eder, onları uzun emel ve kuruntulara düşürür. Şeytanın kendilerine vaat ettikleri aldatmadan başka bir şey değildir.” Şeytanın nüfuzu, hakimiyeti, etkinliği, teslim olması gereken ve teslim olmuş müminler için söz konusu olmamaktadır. Gerçek müminlere şeytan asla tesir edemez. Nahl. 99 -100;“Doğrusu şeytanın inananlar ve Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur. Onun nüfuzu sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.” İman, sabır, sebat noktasında eksikleri, zayıfları olan birçok insan yanlış bir iş ve hata yaptığında; bir anlık şeytana uydum, çok pişmanım diyerek açık itiraflarda bulunmaktadır. Müminin imanı öyle sağlam temellere dayandırılmalıdır ki, bütün hayatını, hal ve hareketlerini otomatikman şeytanın nüfusundan, her an, her saniye onu koruyabilsin. Mümin bu güce ve bu imana sahip olabilmelidir.
29- SIKINTI VE STRES HALLERİNDE MÜSLÜMAN
Hayatın akışı ve yaşamın esprisi içerisinde insanoğlu birçok sürprizlerle ve olaylarla karşılaşır. Karşılaşmış olduğu hadiseler, olaylar, fiiller girdabında insan kıvranır durur. İnsanın lehine olan hadiseler olabileceği gibi, aleyhine olan hadiseler de vardır. İnsan neyin, kendisinin hayrına olduğunu, neyin ise şerrine olduğunu ilk başta anlayamaz. Hayatının akışı içerisinde, Allah’ın ilminde var olan, kendisine yönelik gerçekleşen hastalık, kaza, bela, ümitsizlik, bunalım, ölüm korkusu, açlık endişesi gibi hadiseler karşısında çaresiz kalabilir, sıkıntıya girip isyana yönelebilir. İnsanı stres ve sıkıntıya, ümitsizliğe, acılara sürükleyecek birçok olaylar, sebepler, gerçekler vardır ve dünya var olduğu sürece de bunlar olmaya devam edecektir. İşte burada; yaratılış gayesinin bilincinde olan ve acı tatlı hadiselerin geliş sebeplerinin ilahi sırrını kavrayabilen bir mümin için stres ve sıkıntıların girdabına düşmek gibi bir şey söz konusu olamaz. Çünkü yeryüzünde; hiç bir olay tesadüfi, hiç bir hadise sebepsiz, hiçbir kimse de başıboş yaratılmış değildir. Her şey bir düzen, bir nizam içerisinde kendi seyrini devam ettirmektedir. İşte bu tesbitlemeden sonra Müslüman’ın bütün olumsuzluklar karşısındaki tavrı ne olmalıdır, ne olması gerekir, sorularının cevabını bulmaya çalışacağız . Kur’an -ı Kerim bize insanın her zaman bir musibetle, belayla, sıkıntıyla karşılaştığında; bunun Allah’tan geldiğini bilmesini ve tam teslim olmasını tavsiye ediyor. Böyle bir durumda gerçek bir Müslüman’ın stres ve sıkıntı içerisinde bulunması, bu durumunun sürmesi, bundan kurtulamaması gibi bir hususun kesinlikle söz konusu olmaması gerekmektedir. Bakara.156 -157: “Onlar, o kimseler ki kendilerine bir bela geldiği zaman teslimiyet göstererek biz Allah’ın kuluyuz ve yine O’ na döneceğiz” derler. O teslimiyet gösterip Rablerine sığınanlar üzerine, Rablerinden mağfiret , rahmet (ve cennet) vardır, ve işte onlar hidayete ermiş olanlardır. Musibetlerden kurtulmanın çaresi, sıkıntılardan sıyrılmanın tedbiri, Allah’ı zikre, namaza ve sabretmeye yönelmek şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bakara.153: “Ey iman edenler, sabırla ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Muhakkak Allah’ın yardımı sabredenlerle beraberdir.” Sıkıntılardan kurtulmanın tek geçerli formülü sabırdır ve namaza yönelmektir. Kur’an-ı Kerimde sabır tekrar tekrar zikredilir. Allah’ın sabredenlerle beraber olduğu, cennet nimetlerine ancak sabredenlerin kavuşabileceği sık sık zikredilmektedir. Nefsâni arzuları yenmenin, şehvâni ve şeytani duyguları yok etmenin, hak yolunda azimle yürümenin, fesat ve zulümlerle cihat etmenin zorlaştığı zamanlarda insanoğlunun o ezeli ve ebedi güce sarılmaktan başka çaresi yoktur. Namaz; kurumayan bir kaynak, bitmeyen bir hazinedir. Kalbi sükunete ulaştırır ve azmi arttırır. Sabır ipi; yalnız namazla uzar ve namazla birlikte olduğu müddetçe kopmaz. Namaz; sabra rızaullah’ı, tatlı yüzü, iç huzurunu, güveni ve ya kini ekler. Şer hareketlerinin yayıldığı, hayır fiillerinin görülmediği yolda, işaretlere rastlanılmadığı zamanlarda elbette yöneliş O’ na olacaktır. Şuurunda olarak kılınan namazdır, tevekkülle yapılan sabırdır, sabrın sürekli, namazın devamlı olanıdır makbul olan. Düşmez sıkıntıya, strese ve çıkmaz yola; sabredenlerle namaza yönelenler . Namaz, bir zerrelik damlayla, bitmez tükenmez derya arasında buluşma zamanı ve yeridir. Namaz, kaynayıp coşan bir hazinenin bu daracık kara parçası sahasından uçup, kainatı ihata eden ilahi kudretin sahasına süzülüşüdür. Namaz kızgın çöl güneşinin altında, serin bir ağaç gölgesidir. Namaz bir ilkbahar yağmuru ve bitmeyen bir meltemdir. Namaz, üzgün ve yorgun gönüllerin şefkatli bir el tarafından okşanışıdır. Bunun içindir ki, Resul-ü Kibriya zorluk ve sıkıntılarla karşılaştığı anda “ Bizi namaza çağır ya Bilal ” derdi. Hz. Muhammet (S.A.V.) işinin çok zor olduğu, yorgun ve bitkin zamanlarında, gönlünü ilahi haşyetin derinliklerine bırakmak için namaza dururdu. İbadet, sonsuzun cilası, stres ve sıkıntıların panzehiridir. İbadet kalpleri açar, Allah’la kul arasındaki bağı kuvvetlendirir, işi kolaylaştırır, gönüllere nur yağdırır, ruhlara sükunet ve huzur verir. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir. Allah onlarla beraberdir. Sabredenleri destekler. Müminlere sebat verip takviye eder ve tehlikeli yollarda onları yalnız bırakmaz. Müminleri mahdut, takatleri zayıf kuvvetleriyle baş başa terk etmez. Yol azıkları tükenince imdatlarına yetişir. Kat edecekleri mesafeleri uzayınca azimlerini artırır. Rad. 22: “Onlar ki; Rablerinin rızasını kazanmak için sabrederler, namazı gereği üzere kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızktan gizli ve aşikar harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar işte âhiret saadeti onlar içindir.” Sıkıntı ve darlıklar karşısında tek çarenin sabır ve namaz olduğunu vurgulayan Kur’an-ı Kerim; sabredenlerin de cennetin yüksek mevkileriyle ödüllendirileceklerini beyan buyurmaktadır. Yani; iki türlü bir mükafat. Sabrettiklerinde hem bu dünyanın sıkıntılarından kurtuluyorlar, tehlikeyi atlatıyorlar, huzurlu oluyorlar, hem de ahiret yurdundaki sıkıntıları atlatıp nimeti hak ediyorlar. İşte bu gerçeği müjdeleyen Kuran’ın beyanı: Furkan.75: “İşte bütün bu kimseler, Allah yolundaki sabırlarına mukabil, Cennetin yüksek mevkileriyle mükafatlanacaklar ve orada (Melekler tarafından) sağlık ve selametle (dua ile) karşılanacaklardır.”
30- SABAH NAMAZINDA MELEKLER HAZIR BULUNUR
Dinin direği olan ve günde beş vakit’e indirilen namaz; beş ayrı vakitte olması tıpkı; mevsimler gibi, insan hayatının çocukluk, gençlik, orta yaşlılık ve yaşlılık gibi evrelerini andırmaktadır. Allah` tan yardım dilemenin, O` na yönelmenin, ona dua ve niyazda bulunmanın anahtarıdır namaz. Çünkü namaz kılmayanın, dininin direği sağlam sayılamaz. Allah`tan dileyecek, isteyecek, yalvarıp yakaracak bir hal ve samimiyet içerisinde değildir o kişi. Çünkü Allah`tan ciddi anlamda yardım istemenin usulü, önemli şartlarından birisi de yardımı; sabır ve namazla istemektir. Bakara 45 :”... Bir de sabır ve namazla Allah`tan yardım isteyin; gerçi bu zor gelir; fakat saygılı kimselere değil.” buyurulmaktadır. Namazların içerisinde en önemli namaz sabah namazıdır. Sabah namazı; Allah`a kulluğun tam bir zirvesidir, teslimiyet noktasının mihenk taşıdır. Rabbine yalvarmanın, Ona yönelmenin, O’ nun huzuruna çıkmanın, O’ nunla baş başa kalmanın, dertleşmenin hazzının en dorukta yaşandığı, damarlara kadar hissedildiği bir andır.
Gecenin zifiri karanlığı, her yer sessiz ve ıssız, insanlar, hayvanlar, bütün canlı ya da cansız mahlukat uyuyor, sessiz ve ıssız, durağan vaziyette ve insan böyle bir sessizlikten, ıssızlıktan, sakinlikten faydalanmak için akıllılık ediyor, yatağından kalkıyor, abdestini alıp namazını kılıyor ve ellerini açıp Rabbine dua ve niyazda bulunuyor. Meleklerin hazır bulunduğu, bu dua ve niyazlara eşlik ettiği, olanları birer birer kaydettiği, sağanak sağanak gökten nurların yağdığı o anda insanda sıkıntı - stres ne gezer. Ve insan namaz ve dua sonrası yatmıyor, pencereyi açıyor veya dışarı çıkıyor, gökyüzünü, yeryüzünü, şafağın söküşünü, cıvıldayan kuşları, zifiri karanlığın yavaş yavaş aydınlığa dönüştüğü anı, tabiatın; o ıssızlığını, sakinliğini ibret gözüyle seyr-i temaşa ediyor, düşünüyor, tefekkür ediyor ve yeni bir güne böyle bir atmosferden sonra başlıyor. Ve bunu sık sık yapıyor, adet, gelenek ve görev haline getiriyor. İsra. 78: “ Güneşin batıya yönelmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.” Bakara.238: “... namaza Allah`a itaat edici ve boyun eğici olarak durunuz. ” İşte bu şartlara ve özelliklere haiz sabah namazının kılınması, o atmosferin doyasıya teneffüs edilmesi neticesinde bir insanda hangi ümitsizlik, dert, stres, sıkıntı varlığını sürdürebilir, o insanı vesveseler nasıl teslim alabilir. Allah`a yöneliş, O`na teslimiyet, O`nun insan ruhundaki hakimiyeti böyle başlar ve böyle devam eder.
31- HER ZORLUĞUN ARDINDAN BİR KOLAYLIK GELİR
Meşakkatlerle kaplı ve çilelerle dolu geçen bir hayat. Eğlence ve oyundan ibaret olan bir dünya hali. Çilelerle ve üzüntülerle yoğrularak ömrünün sonbaharına gelen bir insan. İnsanoğlu hayatının her nefesini, her sayfasını, gönlünün ve kalbinin arzu ettiği güzellikler, bolluklar içerisinde geçirmeyi ister. Hiçbir canlı hayatta zorluklarla, sıkıntılarla karşılaşmayı arzu etmez, herkes hayatının hep güllük gülistanlık olacağını hayal eder. Ama gerçek olan bir şey vardır mümin için. Dünya hayatı ahiretin tarlasıdır, dünya hayatı gerçekte bir oyun ve eğlenceden ibaret kısa bir geçiş yeridir. Ebedi yurt ve kalınacak mekan, arzu edilecek hayat, ahiret yurdudur, mekanı cennettir. Dünya hayatı müminler için yaşanacak, zevk alınacak ideal bir yer değil, sıkıntı ve meşakkatlerle geçecek, yoğun bir telaş ve koşuşturmadan ibaret bir duraktır, ezeli ahret yurdu için hazırlık yeridir. Müminin dünya hayatında süreceği her sefa ahret hayatı için bir sıkıntı, yine dünya hayatında çekeceği her çile de ahiret yurdu için bir ferahlama ve rahatlık sayılacaktır. Her zorluğun ardından bir kolaylık gelir ifadesinde ve ilahi beyanında anlatılmak istenen gerçek ana tema belki bu şekilde anlaşılmalıdır. Ancak, dünya hayatı mümin için her ne kadar bir imtihan yeri, çile ve hazırlık yeri ise de; Allah dünya nimetlerini de gerçek anlamda müminler için yaratmıştır. Dünya nimetleri müminler içindir, müminlerin rahatı, bolluğu, güzelliği ve neticede imtihanı içindir. İşte Allah-u Teala hazretleri insanlara; İmtihan vesilesiyle verdiği zorlukların, sıkıntıların, musibetlerin, hastalıkların, engellerin, ümitsizliklerin ardından bir bolluk, bir rahatlık, bir şifa, bir nimet ve güzellikler de vermektedir. Bu vesile ile Allah; zorluk ve sıkıntıların altında kalan insanı nasıl imtihana tabi tutuyorsa, bolluk ve refahın altında bıraktığı insanı da aynı şekilde intihana tabi tutuyor, onu sınıyor. İnşirah 5 : “Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var.” İnşirah 6: “Evet, muhakkak, güçlükle beraber bir kolaylık var.” Burada; insanın zorlukların içerisinde bulunduğu anda kolaylaştıran sebeplere sarılması, yönelmesi icap ediyor. Bu sebepler de, Allah`a teslimiyet, sabır ve ibadete yöneliştir. Kolay olan yol budur. Sıkıntıları hafifleten, şiddetleri yumuşatan bir kolaylık bahşediyor, veriyor. Önemli olan kolaylığa yöneliş yolunu bulabilmesidir insanın. Şüphesiz ki, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. İnsanlarla meşguliyetini bitirdiğin zaman, yeryüzü ve dünya hayatıyla ilgili çalışmalarına bir ara verdiğinde, bütün kalbinle ; asıl yönelinmesi gereken, çalışılıp çırpınılması icap eden noktaya yönel, ibadet et. Ve ancak Rabbine sarıl, Ondan iste, Ondan bekle. Ahzap.3 : “Allah`a tevekkül et ( güven, işini onun vekaletine bırak ) sana ( bütün işlerde ) vekil, Allah yeter.” Zorluğun ardından kolaylığın tekerrürü için, ona yöneliş için, sabrederek bekle ve dua et.
32- KORKU, ÜMİTSİZLİK ve KARAMSARLIK
Korku, ümitsizlik ve karamsarlık. İnsan denilen varlık çoğu zaman bir girdap şeklinde iç içedir bu kavramlarla. İnsan; sevinir, korkar, üzülür, heyecanlanır, şaşırır, panikler, ümitlenir, ümidini keser, karamsar olur, derin düşüncelere dalar. Neticede biyolojik ve acz içerisinde bir varlıktır. İnsan genel olarak; ölümden öldürülmekten, hapse girmekten, cezalandırılmaktan, kazaya uğramaktan, savaştan korkar. İnsanın; yani Müslüman`ın korkusu olmalı ama ümitsizlik ve karamsarlığı olmamalıdır. İnsan Allah`tan, günah işlemekten, hesaba çekilmekten korkmalı, Allah yolunda olduğu ve tedbirlerini aldığı sürece de Allah’ın rahmetinden ümit var olmalıdır. Çünkü, Kur`an-ı Kerim bize müminlerin Allah`tan başka hiç bir güçten, hiçbir şeyden korkmadıklarını müjdelemektedir. Ahzap. 39 :“O peygamberler ki, Allah`ın emir ve yasaklarını tebliğ ederler, O’ndan korkarlar ve Allah`tan başka hiç kimseden korkmazlar dı. Allah hesap görücü olarak kafidir.” Müminler için gerçek korkulacak durum günah işlemek ve Allah`ın emirlerine boyun eğmemek korkusu olmalıdır. Al-i İmran.175 :“Sizi kendi dostlarından korkutmakta olan o şeytandır. Siz onlardan korkmayın da bana isyan etmekten korkun, eğer müminlerseniz.” Kur`an`a göre; günahkar olan müminler için de hiçbir korku, ümitsizlik ve karamsarlık söz konusu değildir. Allah`ın rahmet ve merhamet deryası geniştir, günahın büyüğünü, küçüğünü ve her çeşidini içine alır. Allah insanı hayatın ve günahın her aşamasında yanlış yoldan dönmeye davet ediyor. Dalalet ve ümitsizlik vadisinde bocalayıp duran israfçı günahkarlara da çağrıda bulunuyor. Zümer. 53 : “ (Ey Resulüm, tarafımdan kavmine ) de ki; Ey günah işlemekle nefislerine karşı haddi aşmış kullarım! Allah`ın rahmetinden (sizi bağışlamasından) ümidi kesmeyiniz; çünkü Allah (şirk ve küfürden başka, dilediği kimselerden) bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki; O, Gafurdur, çok bağışlayıcıdır, rahimdir, çok merhametlidir.” Şüphesiz ki, Allah kullarına çok merhametlidir. Onların zaaflarını, aczlerini çok iyi bilir. Şeytanın kendilerine her yandan tuzak kurduğunu, onları her yönden sardığını, üstlerine süvarileri ve piyadeleri ile yürüdüğünü Allah mutlak surette biliyor. Şeytandır insanı korkuya ve ümitsizliğe düşüren. Şeytandır insanları günaha ve tövbeden uzaklaşmaya sevk eden. Yine başka bir açıdan bakarsak, Müslümanlar sabrederler, sabırlıdırlar, zorluklar ve güçlükler karşısında yılmazlar, bıkmazlar, ümitsizliğe kapılmazlar. Çünkü yüce Allah gerçek müminleri bu şekilde tarif ediyor ve sınıyor. Âli İmran. 146: “Nice peygamberler vardır ki, beraberlerinde birçok alimler savaştı da Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı ümitsizliğe düşmediler, zaaf göstermediler. Allah sabredenleri sever.” Nice peygamberle beraber yığınlarca insanlar, topluluklar mücadele veriyorlar, karşılaştıkları belalardan, darlıklardan, şiddet ve ezalardan dolayı nefisleri hiçbir zaafa uğramıyor. Mücadeleye devam etmek için ümitleri ve enerjileri bitmiyor. Onlar ne çığlık çığlığa bağırdılar, hallerinden şikayetçi ve isyankar oldular, ne de düşmana teslim oldular. Din ve itikat için, Allah ve insanlık için; mücadele eden müminin şanı budur. Korkmak, ümitsizliğe kapılmak, isyan etmek, kaçmak, şikayetçi olmak imanlı bir yürekte barınmayacaktır ve barındırılmayacaktır. İnanmak ve inandığı için üstün olmak. Üstün olanlar, galip gelenler, müjdeye ve rahmete müstahak olanlar, onlar; sabredenler, gevşemeyenler, üzülüp ve ümit kesmeyenlerdir. Allah bu hususu şu şekilde beyan buyurmaktadır. Âl-i İmran.139: “Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız mutlaka üstünsünüzdür.” Uğradığınız zaaftan dolayı üzülmeyin. Üzerinize gelen belalardan dolayı sakın gevşemeyin. Sizin inancınız, itikadınız yücedir, siz yalnız Allah`a secde eder ve yalnız O’ ndan korkarsınız. Onlarsa; Allah`ın yarattığı mahlukata, eşyaya secde ederler, onlardan yardım umarlar, ümitsizlik ve panik içerisindedirler ve üstelik o kafirler ve zalimler korkaktırlar. Siz Allah`a ve O’nun buyruklarına inanıyor, güveniyorsunuz, onlar ise kendilerine zerre kadar faydası olamayacak kişilerin buyrukları ve varlıklarına inanıyorlar. Çünkü siz bütün beşeriyete vasi, insanlığa bir rehbersiniz, onlar ise yollarını şaşırmış, kulakları sağır, gözleri kör yaratıklardır. Gerçekten inanıyorsanız, gerçek bir mümin iseniz korkmayın, üzülmeyin, gevşemeyin, ümit kesmeyin. Kaza da, kader de güzellikler de, musibetler de, iyi haller, kötü haller de Allah`tandır, insanlar içindir. İnsanlar üzerinde imtihan gereği tatbik edilirler. Secde 16: “ ...Onlar o kimselerdir ki, (geceleyin namaz kılmak için) yataklarından kalkarlar; Rablerinin azabından korkarak ve rahmetinden ümitvar olarak dua ederler...”
33- MÜMİNLER ZORLUK VE GÜÇLÜKLERE KARŞI SABIRLI VE DAYANIKLIDIRLAR, ÜMİTSİZLİĞE DÜŞMEZLER
Allah; günahkar kullarını birtakım musibetlerle nasıl ikaz ediyor, cezalandırıyorsa, takva sahibi kullarını da çeşitli şekillerde musibet niteliğindeki zorluklar ve güçlüklerle imtihan ediyor. Allah`a bağlılıklarını, takvalarını ölçüyor. Takva sahibi bir mü`minin sabrı ve imanı şiddet darbeleri altında daha da kenetleniyor. Gerçek ölçü ve değer, zorluklara ve güçlüklere karşı tahammüldür. Zorluk, darlık ve şiddet anında bütün perdeler kalkar, basiret tecelli eder, göz alabildiğine ufukları seyre dalar ve kainatta mümin, yalnız Allah`ı görür. Hiçbir şey yok, yalnız o var, hiçbir güç yok; yalnız onun gücü var... Hiçbir irade yok, yalnız onun iradesi var. Yegane sığınak o. İşte Kur`an bu mertebeyi, bu zirve anını şu şekilde beyan buyuruyor; Bakara 156: “Sabredenlere müjdele ki, onlar bir musibete duçar olduklarında “biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz” derler”. Onlar o kimselerdir ki, kendilerine bir bela geldiği zaman teslimiyet göstererek biz Allah`ın kuluyuz ve öldükten sonra da yine ona döneceğiz derler” buyurulmaktadır. Hakiki müminler için hak yolunda ölmek ya da kalmak, zorluklar, sıkıntılar içerisinde kalmak ya da refah ve bolluk içerisinde olmak arasında fark olabilir mi hiç. Kafir, müşrik, günahkar olanlar ile hak yolundan uzakta bulunanlar için ölüm elbette korkutur, ürkütür insanı. Zorluk ve güçlüklere dayanamazlar, isyan ederler, çabuk yorulurlar, bırakırlar, ümitlerini keserler, çırpınırlar, paniğe kapılırlar, isyan içerisine girerler. Bakara 155: “ ey müminler, itaatkarı asi olandan ayırt etmek için sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltmek ile, Ant olsun imtihan edeceğiz. Ey Habibim; sabredenlere lütuf ve ihsanlarımı müjdele.” Hak Tealanın kendilerine İşte Allah`u Tealanın, Müslümanları, o akıl almaz fedakarlıklara hazırlamak için tatbik ettiği terbiye metodu. Bakara.157:“O teslimiyet gösterip Rablerine sığınanlar üzerine, Rablerinden mağfiret, rahmet, “ve cennet” vardır ve işte onlar, Hidayete ermiş olanlardır” Allah’ın İhsan etmiş olduğu rahmet, mağfiret ve Şahâdet, mükafatların en büyüğüdür. Mallar; nefisler ve meyvelerle fedakarlığın mükafatı. Korkunun, açlığın ve şiddetin mükafatı. Terazinin bu gözü, verilen ihsanlarla daha da ağır basıyor, zira bu ihsanlar bütün maddi gelirlerden çok ağırdır. Gerçek mümin olmak, olabilmek için çalışmak, gayret etmek, niyet etmek. Allah`u Teala, gerçek müminleri her şeyin üzerinde tutuyor, ayrı bir değer veriyor, mükafatları sıralıyor, cennet vaat ediyor. Gerçek müminlerin, veremeyecekleri bir hesap, çekindikleri bir korku, uzaklarına düşen bir ümitsizlikleri gibi hiçbir meseleleri olmuyor. Gelecek endişesine, rızk endişesine kapılmıyorlar, dünya ile ilgili, madde ile irtibatlı bir mefhumları bulunmuyor. Bulunmadığına göre zorluklar, güçlükler engeller, ümitsizlikler, gibi terimler onlar için hiçbir şey ifade etmiyor.
34- MUSİBETLER VE HASTALIKLARIN MÜMİNE KAZANDIRDIKLARI
1- İşlemiş olduğu günahlarına kefaret olur: Kefaret; silmek, bağışlamak anlamındadır. Allah (c.c) kullarına vermiş olduğu bazı musibetlerle işlemiş oldukları birtakım küçük günahlarını silmekte, âhirete bırakmamaktadır. Tabii ki burada kefaret olabilmesi için mü`minin gelen musibet karşısında sabır ve itidalli olması icap etmektedir. Şayet musibet karşısında ağlanır - sızlanır Allah`a isyan ederse kefaret olmayabilir. Peygamberimiz (S.A.V) bir çok hadis-i şeriflerinde insanın başına gelen musibetlerin, o insanın işlemiş olduğu günahların silinmesine sebep olduğunu beyan etmektedir. Küçük ya da büyük, hatta bir dikenin batması veya küçük bir can sıkıntısı bile insanın günahlarına kefaret olabilmektedir. Bir hadis-i şerifte Hz. Muhammet (S.A.V) şöyle buyurmaktadır. “Sonbaharda esen rüzgarın, ağacın yapraklarını döktüğü gibi, musibetler de kulun günahlarını aynı şekilde döker. Ateşin; altın ve gümüşün kirini ve pasını giderdiği gibi musibet de kulun hatasını, günahını giderir” buyurulmaktadır. Allah`ın kullarına lütfu ve merhameti o derece büyük ki; birçok günah ve hata işliyor, Allah bunlardan bir kısmını bağışlıyor, bir kısmının sebebiyle de ona musibetler veriyor, bu musibetler ve sıkıntılar vesilesiyle de onun günahlarını affediyor. Üstelik; üzerine gelen çeşitli musibetlere metanetle sabredenlere de “hesapsız derecede” misli misline sevap veriyor ve o kulun kendi katındaki manevi derecesini de yükseltiyor. Bir hadisi şerifte şu şekilde buyurulmaktadır. Mümin olan erkek ve kadının; canına, çocuklarına ve malına musibetler ölünceye kadar gelmeye devam eder, ta ki Allah `ın huzuruna hatasız olarak gitsin” Diğer bir hadis-i şerifte ise; Kimin malına veya canına bir musibet isabet ettiğinde; onu gizleyip insanlara şikayet etmezse, Allah onun günahlarını bağışlar” buyurmaktadır. (Tirmizi, Zuhd, 57. El- Münziri a.g.e, ıv 286) 2- Kulun Allah katında manevi derecesinin artmasına vesile olur. Allah (c.c) asi ve günahkar insanlara musibetler ve hastalıklar verdiği gibi takva sahibi olup Salih ameller işleyen müminlere de birtakım musibetler ve hastalıklar vermektedir. Nitekim Allah (c.c.) gelmiş geçmiş peygamberlerine de birçok musibetler, hastalıklar ve çeşitli sıkıntılar vermiştir. Sabır Allah`a karşı bir görevdir. Allah Salih, yani sevdiği kullarına da musibetler vererek onların sabrını, samimiyetini, kendine olan bağımlılığını ölçmekte imtihan etmektedir. Salih insanlar; Allah`ın gönderdiği musibetler ve sıkıntılar karşısında sabrederek, Allah`a bu sabır görevini yerine getirmektedirler. Bu sebeple Allah’ da onların manevi derecelerini katında yükseltmekte, misli ile sevap ile mükafatlandırmaktadır. İnsanlar; dindarlığı derecesinde sıkıntılara ve acılara maruz kalırlar. Peygamber efendimiz (S.A.V) “insanlardan hangisine şiddetli belalar isabet eder” diye sorulduğunda, Peygamberimiz (S.A.V) şu cevabı vermiştir; Peygamberlere, sonra emsaline, sonra bunların benzerlerine (takva sahibi müminlere). İnsanlar dinlerine göre musibetlere müptela olurlar. Kimin dini kuvvetli ve sağlam ise ona bela isabet etmeye devam eder” buyurulmaktadır. (El-Münkiri, a.g.e., v. 281) 3- Sıkıntı ve acılara müptela olan müminlerin bazılarına sevap verilir ve manevi dereceleri yükseltilir. Yüce Allah takva sahibi müminlerin musibetler karşısındaki sabır ve tevekküllerini bazen günahlarına kefaret sayıp affediyor, bazen de ibadet yapmış olduğu mesabesinde sevap yazıp kulun katındaki manevi derecesini yükseltiyor. Bu hususta Peygamberimiz Hz. Muhammet (S.A.V) şöyle buyurmuşlardır; Bir kul, hastalandığı veya yolculuğa çıktığı zaman, ona sıhhatli ve mukim iken yaptığı ameli gibi sevap yazılır. “İnsanlardan birisinin bedenine bir bela isabet etse, Allah (c.c) o kişiyi koruyan meleklere; Bana güvendiği sürece kulumun her gece ve gündüzde hayırdan ne yapıyorsa aynısını yazın” der. Diğer bir hadis-i şerifte ise; “İnsanın Allah katında bir yeri vardır, o yere ameli ile ulaşamazsa, oraya ulaşıncaya kadar Allah o insanı hoşlanmadığı şeylere müptela kılar.” “Kul Allah`ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musibet verir, o da bunlara sabrederse, böylece Allah`ın kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaşır” buyurulmaktadır. Allah, sıkıntı ve musibetleri insanların işledikleri günahları yüzünden bir ceza olarak verebileceği gibi, onların günahlarını bağışlamak, manevi derecelerini yükseltmek ve insanın ameli ile ulaşamayacağı mertebeye ulaştırmak için de verebilmektedir.
35- HAYIR VE ŞERRİ ALLAH VERİR VE MÜMİNİN LEHİNEDİR Hayır ve şerri veren muhakkak ki Allah`tır. Hayır ve şer olarak işlenen her şeyin zerresinin karşılığı vardır. İnsanoğlunun başına duçar edilen hayır ve şer anlamındaki her şey Allah tarafından imtihan vesilesi olarak tasarlanmaktadır. Hayır; yani iyilik; selamet, emniyet, sıhhat, mal, servet, nimet, zenginlik, bolluk, fetih, zafer, ganimet, makam, mevki, insanoğlunun hoşlandığı her türlü hoşnutluk ve güzellik çeşitleridir. Şer; yani kötülük; hastalık, korku, yoksulluk, işkence, zulüm, bela, şiddet, sıkıntı, stres, kıtlık, yokluk, pahalılık, öldürme, yaralanma, kaza hezimete uğrama, ağrı, üzüntü mal zayiatı gibi insanın hoşlanmadığı, insanın zararına, aleyhine olan insana acı ve keder veren her türlü kötülük çeşitleridir. İyilik de kötülük de, yani hayır ve şer insanın başına Allah`ın takdiri ile gelir. Allah murat edip izin vermeyince insanın başına ne iyilik gelebilir ne de kötülük. Hayır ve şer, iyilik ve kötülük Allah katındandır. Hayrın ve şerrin Allah tarafından olduğuna inanmak, iman etmenin esaslarından biridir. Tevbe. 50-51 : “Ey Rabbim, sana bir iyilik ulaşsa bu onların (münafıkların) hoşuna gitmez ve eğer sana musibet isabet etse, biz önceden tedbirîmizi almıştık” derler. Sevinerek dönüp giderler. De ki; Allah bizim için ne takdir etmişse ancak bize o ulaşır. Bizim Mevla’mız (sahibimiz) O`dur. Onun için müminler ancak Allah`a tevekkül etsinler (dayanıp güvensinler)” buyurulmaktadır. Acı ve tatlı, başa ne gelirse hepsi Allah`ın takdiri ile tecelli etmektedir. Allah`ın her hükmünde bir hikmeti mevcuttur. İyilik de kötülük de neticede müminin lehinedir. Dünyevi ve uhrevi bir maslahat, bir menfaat, bir hayır içindir. O nasıl dilerse öyle yapar, ne yaparsa hayırlısı muhakkak o dur. Her şeyi yerinde ve zamanında tecelli ettirir. Allah`ın iradesinden hiçbir şey hariç olmadığından bütün sıkıntılara ve musibetlere razı olmak gerekir. Çünkü her şey Allah`ın iradesi, hükmü ve kazasıyla olmuştur, razı olmaktan başka çare yoktur. Nisa. 78 : “İyiliğin de kötülüğün de Allah katından olduğunu” Tevbe. 31 : “İnsana ancak Allah`ın takdir edeceği şeyin isabet edeceğini...” Hayrı ve şerri imtihan için verenin Allah olduğunu beyan eden ayeti kerimeler şunlardır. Hud. 9 : “İnsanoğluna tarafımızdan bir rahmet (sıhhat ve zenginlik) tattırıp da sonra bunu çekip alıverirsek, şüphesiz ki, o Allah`ın ihsanından tamamen ümidini kesen, evvelki nimeti unutan nankör bir kimse olur.” Hud. 10: “ Fakat ona dokunan bu dertten sonra, kendisine bir nimet tattırsak, doğrusu benden bütün fenalıklar gitti der ve şüphesiz sevinir, öğünür.” Hud. 11 : “ Ancak her iki halde de sabredip Salih amelleri işleyenler müstesnadır. İşte bunlar için bir mağfiret ve büyük sevap vardır” buyurulmaktadır.
36- İNSAN SABIR ve TAHAMMÜL BAKIMINDAN ZAYIF YARATILMIŞTIR Sabrın lügat manası hapsetmek, tutmak, şer`i manası ise kişinin nefsini kötü şeylerden koruması, uzak tutması, sebat göstermek, bağlanmak, şikayette bulunmamaktır. Zıt görüşlü iki kuvvetin karşılaşması anında bir tarafın metanet gösterip dayanmasıdır. Sabır, Kur`an ve sünnet ahkamına bağlı kalmak, şikayeti terk edip, Allah`tan yardım ummaktır. Şehvete zorlayan bir kuvvet karşısında dinin icaplarını yerine getirmekte gösterilen metanettir. Sabır insan için zor bir sınavdır, sabır nimettir. Sabreden insan daima huzur içinde olur, her şeyden daima karlı çıkar. İnsanoğlu nankördür, sabır ve tahammül bakımından da aslında zayıf yaratılmıştır. Bu hususu Allah-u Teala şu şekilde beyan buyurmaktadır; Nisa. 28: “Allah sizden ağır tekliflerini hafifletmek ister. Ve insan zayıf olarak yaratılmıştır.” Kendisine dokunan bir musibet karşısında insan tahammülde zorlanır. Fussilet. 49: “İnsan kendine hayır istemekten usanmaz. Eğer ona bir zarar dokunursa, derhal yes’e düşer ve ümidini keser” buyurulmaktadır. Sabır iki türlüdür. 1-Bedenin sabrı 2-Nefsin sabrı Bedenin sabrı vücudun muzdarip olduğu zorluklara, güçlüklere karşı sabırdır. Yorucu ibadetler yapmak, ağır işlerde çalışmak, vücudun bir organının aşırı derecede ağrıması gibi. Dövülmek, hastalanmak, ağır yaralanmak gibi. Bütün bunlara sabredilmesi icap eder. Sabır musibetten ve güçlükten kurtulmak için tedbir almaya mani değildir. Nefsin sabrı ise mide ve şehvetin isteklerine karşı sebat etmektir. Buna iffet denir, gerçek sabır da budur. Bir felaket anında bu felakete karşı sabır ise, buna doğrudan sabır denir. Bunun zıddı ise “feryadı-ü figan”dır. Bu kişi kendi kendine bağırıp çağırır, yırtınır ve benzeri kontrolsüz hareketlerde bulunur. Bu tür davranışlar sabrın tam zıt halidir, isyan halidir. İnsana hiç bir faydası yoktur, sadece zararı vardır ve akıllı bir müslümana yakışmaz. Sabır savaş alanında gösterilen metanetle olursa buna “ şecaat”, zıddına ise “ cebanet ” korkaklık denir. Sabır, hiddeti yenmekle olursa buna “ hile, yumuşaklık, vakar ve teenni”, zıddına ise “ tezemmür ” yani saldırganlık denir. Sabır zamanın musibet ve felaketlerinden birine olursa buna “sır tutma “ denir. Sabır geçim sıkıntılarına olursa buna “ züht”, zıddına ise “ hırs “ denir. Sabır azalarda olursa buna “ kanaat”, zıddına ise “ şereh “ yani aşırı istek denir. Musibete karşı sabır : Mümin başına bir musibet veya bela geldiği anda sabretmeli ve ilahi hükme razı olmalıdır. Sabretmeyen insan huzursuz, huzursuz insan da sıkıntılı ve stresli olur. Tahammül ve dayanma gücü zayıflar, günah işler ve fayda getirmeyecek şeylerle vaktini harcar, takatini tüketir.
37- MUSİBETLERE VE HASTALIKLARA KARŞI İNSANLARIN GÖSTERDİĞİ TAVIRLAR
Kafir ve münafıklar, musibetlere sabredip rıza gösterecekleri yerde isyana dalıp feryadı figan ederler. Allah`tan gelene itirazda bulundukları için, müşrik, münafık ve kafirlerin müptela olduğu musibetler kendilerine acıklı bir ceza olur. Bundan ibret almazlar, uslanıp hizaya girmezler.
Mümin; bir hata ve günah işlediğinde musibet ve hastalıklarla ikaz edilebilir. Uğradığı musibete “Allah`tan geldi” diyerek sabrettiği zaman müptela olduğu musibetler sebebiyle dünyada iken bağışlanmış olur. 3. Takva sahibi müminlerin musibetlere gösterdiği tavırlar: Takva sahibi mümin; Allah’ın emir ve yasaklarından gerektiği şekilde sakınan ve dininin gereklerini yaşamaya çalışan salih bir kul demektir. Allah`ın takva sahibi, Salih kulları hastalık ve musibetlere maruz kaldıklarında, Allah`tan geldiğini bilip, Allah`a hamd ve şükrettikleri, sabrettikleri için, kendilerine sirayet eden musibetler Allah katındaki manevi derecelerinin yükselmesine sebep olur.
38- MUSİBETLERİN GELİŞİ ALLAHIN İZNİ VE TAKDİRİ İLEDİR Allah’ın izni ve iradesinden murat; Allah’ın kazası, kaderi, dilemesi ve hikmetinin gereğidir. Bu hususta yüce Allah (c.c.) şu şekilde buyurur: Teğabün. 11 : Allah`ın izni olmadan hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah`a iman ederse, Allah onun kalbine hidayet verir. Allah her şeyi noksansız bilendir” buyrulmaktadır. Bu ayet-i kerimeden anlaşılmaktadır ki; yeryüzüne ve insanlara gelen musibetlerden, meydana gelen hadiselerden, zuhur eden hayır ve şer’den hiç bir şey kendiliğinden meydana gelmiş olamaz. Ancak Allah’ın izni ve dilemesi ile meydana gelir. Çünkü her şeyi yaratan, ilmi ile kuşatan yüce Allah`tır. O`nun izni ve iradesi dışında hiçbir şeyin vücut bulması mümkün değildir. O dilemeden ve izin vermeden hiçbir şey olmaz. Hiçbir kimseye ve hiçbir şeye musibet ve sıkıntı gelmez. Şurası iyi bilinmelidir ki: gerek kafir ve münafık, gerekse mümin her kim olursa olsun, malına, canına, evladına, maddi ve manevi, sözlü veya fiili hoşa gitmeyecek acı bir hadise, bela, felaket ve musibete muhatap olursa o ancak Allah’ın izniyledir. Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse ve gücün istemesi, çalışma ve gayreti ile kimseye bir musibet, bela, eza, ceza gibi hiçbir şey tereddüp etmez. Allah’ın izni olmadıkça yeryüzünde bir yaprak dahi kımıldayamaz. Allah’ın izni olmadıkça kimse iman bile edemez, kimse şefaat edemez, kimse zafer kazanamaz. Hiçbir şey mümine zarar veremez. Kimseye büyü ve sihir dokunamaz, bitkiler, meyveler bitemez, kainatın nizamı, düzeni devam edemez.
39- BİR NAMAZLIK SALTANATIN OLACAK TAHT MİSALİ O MUSALLA TAŞINDA
Ünlü bir filozofa, “ bize ölümden bahseder misin? “ diye sorulunca, “hayat hakkında ne biliyorsunuz ki ölümden bahsedeyim ” cevabını verir. Doğru söylemiş. Sahip olduğumuz bir çok şey gibi, hayatımızın da gerçek kıymetini ve keyfiyetini tam olarak bilemiyoruz. Şu gök kubbe altındaki milyarlarca insandan, kimler kendi macerasının farkında acaba? Ve onlar için, ne kadar yaşanacağı mı, yoksa hayatın nasıl değerlendirileceği mi önemli? Lütfen herkes bu soruyu kendine sormalı. “Ömür” dediğimiz süreye ehemmiyet verenlere, beli bükülmüş ve kabir kapısına yaklaşmış ihtiyarları gösteriniz. Ve onlara, dünya ile ahret arasındaki mesafeyi sorunuz. Titrek kelimelerle, şu sözleri fısıldayacaktır. Dünya - ahret arası bir nefes Ve her biri diğerinden mukaddes Evet bu mukaddes hediyeleri, onları ihsan eden Rabbimizin istediği bir hayat içerisinde değerlendirmeli ve onun yolunda kullanmalıyız. Yoksa dünyayı zarar, âhireti ziyan edenler kervanına katılabiliriz. Alacağımız her nefesin, bizleri vereceğimiz bir hesaba yaklaştırdığını bilmeli ve bunun şuuruna varabilmek için, seyrek de olsa yolumuzu kabristanlara uğratmalıyız. Büyük Veli Beyazıt-ı Bistamî Hazretleri, hangi şehre gitse ilk önce o şehrin kabristanlarını ziyaret edermiş İbn-i Abbas ise, kendisine nerelerin dolaşılması gerektiğini soranlara şu cevabı verirmiş; “Gündüz ibret alarak kabristanları, gece ise tefekkür ederek gökyüzünü” Bütün mesele, ne zaman geleceği belli olmayan bir misafire hazırlıksız yakalanmamaya dayanıyor. Neylersin ölüm herkesin başında Uyudun uyanamadın olacak Kimbilir, nerede, nasıl, kaç yaşında Bir namazlık saltanatın olacak Taht misali o musalla taşında Mısralarıyla “OTUZBEŞ YAŞ” şiirini noktalayan Cahit Sıtkı Tabancı, bu şiire “ Yaş otuz beş, yolun yarısı eder “ Şeklindeki bir tür hesapla başlamamış mı? Ama nafile.Tarancı 40 yaşında hayata elveda demiş. Ölüm ferman dinlememiş.
40- SESLER
Babam: --- Bizler artık yaşlandık, diyordu. Ahirete yolcuyuz, yolcu ise yolunu düşünmeli. Babaannem şakacı bir ifadeyle: --- Ağzından yel alsın ayol diye atıldı. Ben bile, daha yolculuk falan düşünmüyorum. Eniştem: --- Düşünmemek neyi değiştirir ki, diyerek söze karıştı. Hem, ölümden korkmamak için hazırlığımızın tamam olması gerekmiyor mu ? Anneannem o yumuşak sesiyle: --- Ben hasta olduğum için bu ramazan ancak 10 gün oruç tutabildim, diyerek araya girdi. Onları kaza etmeden ölürüm diye aklım çıkıyor. Daha sonra ben devreye giriyor ve: --- Anneanneciğim! diyordum. Sen korkarsan biz ne yapalım? Şimdiye kadar bir vakit namazını bile kaçırmadığını biliyoruz. Ve... konuşmalar, böylesine sürüp gidiyordu... --Uzanıp teybi kapattım. 7-8 yıl önceki bir aile toplantısında, gizlice teybe aldığım seslerdi bunlar. Elimde olmadan gözlerim yaşarmış ve içimi bir burukluk kaplamıştı. Oturduğum yerden başımı yavaşça kaldırarak şehrin hemen dışındaki tepeye baktım. Babam, şimdi o tepedeki kabristanda, uzunca bir selvi ağacının altında yatıyor. Babaannemi de vasiyeti üzerine, yüzlerce kilometre ötedeki bir kabristanda, dedemin yanına defnettik. Eniştemle anneannem ise, şehrin diğer ucundaki kabristanda yanyana yatıyorlar. Eskimiş teybimin başına dönüp mikrofonu elime alıyorum. Biraz sonra kaydedeceğim sesleri ileride çocuklarım dinlerken, acaba ben hangi kabristanda yatıyor olacağım? (Hayatın içinden)
41- O GÜN GELECEK O GÜN O CANSIZ AT KAPUTA, TAKSİMAT TAPUYA
O gün gelecek, güneş o gün yine doğacak, fakat biz o güneşi bir daha göremeyeceğiz. O gün, herkes yine konuşacak fakat biz o gün konuşamayacağız. Belki de biz de bir şeyler konuşacağız ama, bizim konuştuğumuzu insanlar duymayacak. O gün herkes, yine işitecek, biz de işiteceğiz ama bizim söylediklerimizi halk işitmeyecek. O gün insanlar yine iş yerlerine, vazifelerinin başına, dükkanlarına ve dairelerine gidecekler ama bizim yolumuz, yalnızlık evi, amel sandığı olan kabre varacak. O gün sağ olanların yine elleri tutacak ve ayakları yürüyecek ama bizim ellerimiz tutmayacak, ayaklarımız yürümeyecek. O gün cansız at kaputa, taksimat tapu`ya gidecek. O gün yine ezanlar okunacak, namazlar kılınacak ama biz artık o ezanlara icabet edemeyecek, o namazları kılamayacağız. Başkaları bizim namazımızı kılacaklar. O gün, her akşam evine, yuvana döndüğün, çoluk çocuğuna kavuştuğun halde, o korkunç yolculuktan evine dönemeyecek, ehline ve evladına kavuşamayacaksın. O gece yine, her evde ışıklar yanacak, ama senin vardığın ev karanlık olacak. O gece herkes evinde yumuşacık ve sıcak yataklarına uzanarak, istirahata çekilirken, seni o kapkaranlık evde kuru toprağa yatıracaklar.
42- İMAN VE STRES
İnsan ruhunun sağlıklı bir yapıya kavuşması ve sağlam ipler üzerinde yükselmesi Allah`a, iman ve dine sarılmakla mümkün olmaktadır. Hayatın manasını, gayesini insanlara din öğretmektedir. Din; insan yaşantısının olumlu veya olumsuz tüm yönlerini ve bilinmeyenlerini açıklamakta, insanları karamsarlıktan aydınlığa çıkarmakta, hadiseleri izah edememekten kurtarmaktadır. Dünyadaki hadiseleri, Allah ve ahiret inancı olmadan anlayabilmek, yorumlayabilmek zannedildiği gibi kolay bir şey değildir İnsanlar dünyada mevcut konumları ve başlarına gelen hadiseler bakımından aynı durumu paylaşmazlar. Kimi insan psikolojik yapı olarak eksik bünyeye sahip, kimi de ruhi açıdan problemli olabilmektedir. Dünyada insanlar eşit hak, imkan ve fırsatlara da sahip değildirler. Ne her insan eşit hayat süresine sahiptir, ne her insanın eşit duyguları vardır. Bunun manası şudur, insanlar; Allah`ın kendilerine verdiği şartlar altında imtihana tabi tutulmaktadırlar. Başlarına gelen hadiseleri sabır, şükür gibi Allah’ın emirleriyle karşılayanlar genelde insanların ümitsizliğe, kötümserliğe düştüğü olumsuz tablolara direnç gösterebilmektedirler. Hayatın bütün yönlerini en uyumlu bir şekilde karşılayanlar inananlardır. İman insana hayatın her alanında yardımcı olur. Dünyada hiçbir zaman kolayca gerçekleşemeyen ve gerçekleşmesi mümkün olmayan, hakiki ve mükemmel bir adaleti, âhirete iman ve yaratıcıya teslimiyetten başka hangi şey sağlayabilir? İnsan dünyada yaptıklarının hesabını orada verecektir. Bu hesap vermede mutlak bir adalet hakimdir. İlahi dinlerde bu fikir ana iman konusudur. Bir din mensubu için bu fikrin mutlak doğruluğu, bunu mutlak varlık olan Allah bildirdiği içindir. Allah`a ve âhirete inanmayan, İslam’ın dünyada imtihan olunma ilkesini anlayamamaktadır. Ne var ki inançsızlar, ahiret inancının yerini doldurabilecek alternatif bir fikir sunmaktan bile acizdirler. İnsanın manevi yönü sevinç ve keder üzerinde yükselen bir yapıya sahiptir. Bu manevi yapıda inişler ve çıkışlar birbirini takip eder. Bu tıpkı bir terazinin kefelerine benzer, biri iner biri kalkar. İnsan hoşuna giden haller karşısında sevinç ve mutluluk duyarken bunun aksi durumlarında stres ve üzüntü yaşar. Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu idrak eden mümin, hayatının iniş çıkışlarını, sıkıntı ve kederlerini sabır ve metanetle karşılar. Dünyada karşılaşabileceği her türlü zorlukları her zaman imanıyla yenmesini bilir. Hayatın cilvelerini, sıkıntı, dert ve felaketlerini müminin nasıl yorumladığını ifade etmesi açısından İbrahim Hakkı`nın meşhur Tefviz nâmesi bu mevzuyu en iyi şekilde anlatmaktadır. Hak, şerleri hayır eyler, Zannetme ki gayr eyler Mevla görelim neyler, Neylerse güzel eyler.
Sen hakka tevekkül kıl Tefviz et ve rahat bul. Sabreyle ve razı ol. Mevla görelim neyler, Neylerse güzel eyler.
43- YOLCULUK KAÇINCI PERONDAN?... VE ÖLÜM GÜZEL ŞEY. Bir hak aşığı “Dost odur ki; ona baktığında sana dünyayı değil, âhireti hatırlatsın” Ne güzel bir tarif değil mi? Bizi daima dünyaya çağıran ve Rabbimizi unutturmaya çalışan davetçileri gördükçe, yukarıda tarifi yapılan dostlar hakkında “dostlar başına” demek geliyor içimizden. Peki ya, bizlere ebedi alemleri sevdiren ve oraya hazırlanmamız için şevk veren gerçek dostlar nerede? Böylelerine az da olsa rastlıyor ve onların ikazlarıyla, sadece bu dünya için yaratılmış olmadığımızı hatırlıyoruz ...Evet, bizler bir misafiriz ve bu yüzden dönüş yolunu düşünmeliyiz. Her yolculuğumuzun rahat geçmesini istediğimiz gibi, bizleri ebedi memleketimize ulaştıracak olan yolculuğumuzun da rahat geçmesini sağlamak zorundayız. Bu yolculuğumuzun biletleri, şu dünya misafirhanesinden temin edilmekte ve o yolculuktaki konfor, biletin cinsine bağlı olmaktadır. Bu bileti almak için; para, kuvvet, şan ve şöhret geçerli değil malesef. Lazım ve geçerli olan tek şey, şu kainat Halikı`nın rızası. O bileti elde edemeyen, mahvolmaya mahkum. Ve bu mahvoluş, kızgın çöllerde aç ve susuz bir şekilde ölmekte olan yolcuların, gökyüzündeki bir uçakta seyahat edenlere imrenmesinden çok daha acıklı. Bu bileti alıp alamadığımızı veya alabildiysek onun hangi mevkiye ait olduğunu, ancak o yolculuğa başlayınca öğreneceğiz. Yani bu bilete ait herhangi bir şeyi merak edip soru soracak olsak, her seferinde “öl de gör” cevabını alacağız. Böylelikle yolumuzun sonundaki o kapıya yaklaşmaktan korkmayacak, hatta onu açmak için, belki de sabırsızlanacağız. O kapının arkasında bulunan, başta peygamberler (A.S.) olmak üzere bütün sevdiklerimize kavuşmak, o sabırsızlık için yeterli bir sebep değil mi?
Bakınız şair ne güzel söylemiş: “Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber... Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber ?...” (Ölüm son değildir) Nehirler aktı geçti, Kurudu vakti geçti. Nice han, nice sultan, Tahtı bıraktı geçti. Şu dünya penceredir, Her gelen baktı geçti. Yatağa girip gecenin sessizliği ile baş başa kaldığımızda, bütün bir gün boyunca düşünemediğimiz şeyleri düşünebilir ve belki o günün bir muhasebesini yapabilme imkanı buluruz. Yoğun bir koşuşturmayla geçen 24 saatin sonunda, ömrümüzden bir gün daha kısalmış ve kabir kapısına doğru bir adım daha atılmıştır. Peki ama bu kaybımıza karşı, o günlük kazancımız ne olmuştur? Ömür binamızın yere düşen bir taşının yerine ebedi bir hayat için ortaya ne konulmuştur? Muhasebenin neticesi ister iyi, ister kötü olsun, içimizden yükselen bir takım sesler, ertesi günün o günden daha iyi olacağını söyleyebilir. Bir ömür boyunca, her gün hayal kırıklığına uğrasak dahi, yarınlara bağlanan ümitlerimiz bir türlü bitip tükenmeyecek ve böylece günler gelip geçecektir. Yakın bir gelecek için projeler yapan, onlar için endişe duyan, uykularını kaçıran, kilo verip zayıflayan; kısacası istikbal endişesi ile kıvranan insanoğlu, acaba gerçek istikbal için neler düşünüyor. ...Ve acaba yazdan sonra gelecek olan kışı karşılamaya hazır olduğu gibi, şu kısa hayattan sonra gelecek olan ölümü de karşılamaya hazır mı? Evet! insan madem fanidir, ömrü 1 milyon sene de olsa, bir gün mutlaka bitecektir.
44- İNSANIN İÇ HUZURU VE İMAN
İnsan, huzurlu olabilmek için kendisine güven verebilecek bir varlık arar. İman ise bir varlığa güvenmek ve dayanmak demektir. Bu güven insana en çok muhtaç olduğu iç huzurunu verir. İnsan için; ana, baba, dost, mevki, makam, para, güvence olabilir. İnsan bazen bu tür güvencelere dayanır, ancak bu tür güvenceler geçicidir; bugün var iseler yarın yok olabilirler. Bu bakımdan sürekli güven duygusu sağlamazlar. Dilimizde bu durumu ifade eden bir deyim vardır: “İnsana dayanma ölür, duvara dayanma yıkılır.” Bu tür güvencelerin diğer bir özelliği de güven sağlama alanlarının sınırlı oluşudur. Allah`a iman ise; güvensizlik doğurabilecek sayısız olaylar karşısında, doğması muhtemel bütün halleri karşılayacak geniş bir etki alanına sahiptir. İnsan için sürekli yani geçici olmayan, güvensizlik duygusu doğurabilecek muhtemel her olay karşısında sığınılabilecek, gücü sonsuz olan bir güvence gerektir ki, o da Allah`tır. Allah her şeye kadirdir. Böyle bir varlığı güvence olarak kabul edip ona teslim olan insan hadiselere karşı dayanıklı olur. Yabancı bilim adamı Freud`un ( 1856 -1939 ) talebesi meşhur psikolog Jung`a göre, Allah inancı insanın ruhunda büyük bir kuvvettir. Din; ferdin içinde doğrudan doğruya yaşanan bir tecrübeye dayanır. Dini tecrübe üzerinde tartışma yapılamaz. Çünkü o, insan üstü bir gerçektir. Eğer insan, içinde böyle bir tecrübeyi duymuyor ve buna rağmen dine karşı bir şey söylemek istiyorsa, o ancak kendinin böyle bir tecrübeye sahip olmadığını söyleyebilir, ama o yoktur diyemez. Allah`a inanan; en büyük değere ve iç huzuruna sahiptir. Bu inanç, insan hayatının her yönüne mana ve değer katar. Onun için Allah`a inancın yönlendirdiği hayat, sağlıklı, dolayısıyla da mutlu bir hayattır. Dini anlayışın insana verdiği huzuru kimse inkar edememektedir. Dini tecrübenin insana kazandırdığı iç huzuru başka hiçbir şey verememektedir. Bundan dolayı C. G. Cung, dini inancın ruhlardan silinmesini ve temizlenmesini değil, aksine onun insan ruhunda yenilenmesini ve mümkün olduğu kadar akla, mantığa uyar hale getirilmesini istemektedir. Zira insan Allah`ı; her şeyin üzerinde bir varlık olarak kendi dışında değil, şuurunun derinliklerinde bulacak ve orada duyacaktır. Bunun için Hıristiyanlıktaki bazı dogmaların bu anlayışa göre değiştirilmesi gereği duyulmaktadır. Bunlardan birisi, teslis (üçleme) inancının akla ve mantığa hitap edecek hale getirilmesidir. Çünkü bu haliyle bu inancın akıl ve mantık ölçülerine uyduğunu söylemek Allah`a imandan kopmamakla birlikte zaman zaman yanlış mecralara sapan insanoğlu, günümüzde yine fıtratına, sağlam ve sahih Allah inancına dönmeye başlamıştır.
45- MUTLULUK ve İMAN
Mutlu olabilmek için insanın sonunun hayırlı olacağına inanması gerekir. Bu inanç çok zaruridir. Çünkü insan daima geleceğine bakar, geleceğinin hayırlı olacağına inanırsa huzurlu olur. Kötü olacağına veya karanlık olacağına inanırsa da huzursuz ve karamsar olur. Ahrete inanmanın, özellikle oradaki hayatın daha iyi ve daha mutlu olacağına inanmanın bu hayattaki manevi mutluluğa çok büyük etkisi olacağına şüphe yoktur. İnsan öldükten sonra fani olup gideceğine, ölümden sonra hiçbir hayatın olmayacağına inanırsa o zaman ölüm onun için en büyük felakettir. Onu her hatırlayışta karanlığa doğru daha çok yaklaştığını düşünerek huzursuz olur. İnsan hayatının dünya ile sınırlı olduğunu kabul etmek, insanın kapısını ne zaman çalacağı belli olmayan ölümle yok olacağı, her türlü varlığının değerlerinin, çabalarının boş, faydasız ve verimsiz olduğu gibi insana hayatı zindan edecek bir anlam taşır. Ahret hayatına inanmanın insan hayatı üzerinde çok büyük ve derin tesiri vardır. Dünya ve ahiret birbirine bağlıdır. Dünya âhretin tarlası ve ahiret için olduğu gibi, âhiret de dünya için, bu dünyanın nizamı ve düzeni içindir. İnsan âhiretini dünyada kazandığı gibi, dünyasını da âhrete olan imanı sayesinde yoluna koyar ve müreffeh kılar. Bu yüzden ahiret hayatına iman insana Allah`ın büyük bir lütfudur. Zira insanın gerçek mutluluğu ona bağlıdır. İnsanın çevresinde cereyan eden maddi ve manevi hadiseler, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak onu etkiler. İnsanlar adeta hadiseler yağmuru altında yaşamaktadır.
46- HER HALİMİZE ŞÜKÜR
Secde. 9 : “Sizin için kulaklar, gözler ( ve daha nice nice saymakla bitiremeyeceğiniz güzellikler ve nimetler ) yarattı. ( Bütün bu verilen nimetlere karşılık ) şükrünüz pek az ( nankörlüğünüz fazla ) . Şükrün sözlük anlamı; Allah`a duyulan minneti dile getirme, mutlu bir olaydan veya durumdan, yapılan bir iyilikten duyulan hoşnutluğu bildirme.”Hallerine baktım da kendi halimize bin şükrettim” gibi. Nimet ve iyiliğin sahibini tanımak, bilmek ve ona karşı teşekkür etme ihtiyacı hissetmek, teşekkür etmek, karşılık vermek. Nimetin hakiki sahibi Allah`tır. O dilemezse hiçbir şey olmaz. O istemezse rüzgar dahi esmez. O, insanlara sayısız, sınırsız nimetler vermiştir. Her nimeti Allah`tan bilmek ve herkesten önce ona şükretmek imanın, insan olmanın gereğidir. Şükrün üç derecesi vardır: 1. Kalp ile şükür. Allah`ı hakkıyla tanımak ve O’na gönülden sevgi ve minnet duymak” kalbi şükürdür. 2. Dil ile şükür. Allah`ı saygı göstererek anmak, O’na hamd etmek suretiyle onu zikretmek lisânı şükürdür. 3. Amel ile şükür. Allah`a karşı kulluk görevini yerine getirmek, O`nun bağışlamış olduğu nimetleri, O`nun rızasına uygun hayır yollarında kullanmak, hayır hasenat yapmak, tasadduk etmek, aza kanaat getirmek ameli şükürdür. 47- HEP ŞÜKRETMEK GEREKİR
Dilini döndürene, Hakka eğikse boyun, Hep şükretmek gerekir. Akıyor ise suyun, Nimeti gönderene, Bir de güzelse huyun, Hep şükretmek gerekir. Hep şükretmek gerekir.
Gülümseyen yüzüne, Seherde akan yaşa Ağrımayan dizine, İhlaslı arkadaşa Gören iki gözüne, Hizmetle geçen yaşa Hep şükretmek gerekir. Hep şükretmek gerekir.
Tuttuğun iki ele, Ağrımayan dişine Doğru konuşan dile, Tefekkür edişine, İyi kötü her hale , İyiye gidişine, Hep şükretmek gerekir. Hep şükretmek gerekir.
İşittiğin kulağa, Uzak isen zalime, Yürüdüğün ayağa, Yakın isen alime, Tepeden ta tırnağa, Aşık isen ilime, Hep şükretmek gerekir Hep şükretmek gerekir.
Çatık değilse kaşın, Bak gör her şey aşikar, Secde ederse başın, Mantığın var, aklın var, Helalden ise aşın, Hayvandan çok farkın var, Hep şükretmek gerekir. Hep şükretmek gerekir. Yaptığın hayrat için , Nefes alınan hava, Sağlıklı hayat için, Dolu her yer, dağ ova, Hayırlı evlat için, Veriliyor bedava Hep şükretmek gerekir. Hep şükretmek gerekir.
Evde yanan ateşe, Boş durmak iyi değil, Doğup batan güneşe, Fırsatı ganimet bil, Gel, git hayırlı işe, Şükrü cana minnet bil, Hep şükretmek gerekir. Hep şükretmek gerekir.
Tavandan in tabana, İman lazım insana, Kaçıp gitme yabana, Yaradanı ansana, Annen ile babana, Haktan gelen ihsana, Hep şükretmek gerekir. Hep şükretmek gerekir.
Nimet muhtaç külfete, Hocana eyle hürmet, Katlan biraz zahmete, Nasip olur çok himmet, Haktan gelen rahmete, Devamlı olur nimet, Hep şükretmek gerekir. Hep şükretmek gerekir.
Her şeye kanaat et, Sakın olma sitem kâr, Kısmetse gelir elbet, Dert üstüne dert yağar, Şükürle artar nimet, Beterin beteri var, Hep şükretmek gerekir. Hep şükretmek gerekir.
Rabbini tanıyorsan, Hürmetle anıyorsan, Aşkıyla yanıyorsan, Hep şükretmek gerekir. Mehmet Ali DEMİRBAŞ
Bakara.152 : “O halde siz bana itaat ve ibadet ederek beni anın ki; ben de sizi mağfiretimle anayım. Nimetlerime şükredin de nankörlük yaparak küfre varmayın. İbrahim.7 : “Ve düşünün ki, Rabbiniz şunu bildirdi; Ant olsun ki, eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi arttırırım ve eğer nankörlük ederseniz, haberiniz olsun, gerçekten azabım çok çetindir.” Şükrü, hayatımızda pratik olarak tatbikata koyduğumuz takdirde bize kazandıracağı mutluluğun ve huzurun sınırı yoktur. Her halimize şükretmeliyiz. Bulduğumuza, varlığımızla, elimizde olana, elimizde kalana, elimizden çıkana bile şükretmeliyiz. Hırs insanı sefalete götürür, strese sokar, huzursuzluğa zemin hazırlar. İnsanın nefsi, gözü doyum bilmez, sınır tanımaz. İnsan kazandıkça daha çok kazanmaya, buldukça daha çok bulmaya meyillidir. Düşünelim bir kere; sağlığımızın yerinde olması, gözümüzün görmesi, kulaklarımızın duyması, elimizin tutması, ayaklarımızın yere basması, ekmek, hava, su, meyveler, bin bir rızıklar bizim için en büyük nimet, varlık değil mi? Ya gözlerimiz görmese, kulaklarımız duymasa, konuşamasak, yürüyemesek, ümitsiz bir hastalığa yakalansak. Uyuyamadığınızı düşünün. Uyuyabilmenin sizin için ne kadar büyük bir nimet olduğunu göreceksiniz. Gözlerinizin görmediğini düşünün, görmenizin ne kadar büyük bir nimet olduğunu, dünya servetlerini ve saltanatlarını verseler gözlerinizle değişemeyeceğinizi düşünebiliyor musunuz? Görme özürlü bir insanın davranışlarını, yaşamını uzun uzun seyredin. Ya siz de öyle olsaydınız ne yapardınız. Tekerlekli sandalyeyle hayatı boyunca yaşamak zorunda olan bir kişiyi görün, izleyin ve düşünün, mahkumsunuz, bir çok özgürlüğünüzden mahrumsunuz, aynı halde siz de öyle yaşamayı, öyle olmayı göze alabilirmisiniz. Öyleyse ne kadar büyük bir nimete sahip olduğunuzun farkına varın ve şükrederek, hamd ederek tam bir teslimiyet ve tevekkülle Allah`a yönelin. Üzerinde bir özrü, mağduriyeti, engeli olanlar da iyi düşünmelidirler. Onlar da kendilerinden beterini görerek öyle olmadıkları için şükretmeliler. Bu durumlarının; yani özürlü halin de, sağlıklı halin de, varlıklı ve varlıksız hallerinde Allah’ın dilemesi ve takdir etmesiyle bir imtihan için verildiğini mutlaka bilmelidirler. Bunların örneklerini istediğiniz şekilde çoğaltabilirsiniz. Bunu düşündüğünüzde, hayatınızda yaşadığınız, sizi stres ve sıkıntıya sokan, huzursuz eden birçok olumsuzlukların, olayların ne kadar da bir ayrıntı ve içi boş olduğunu, bunlara üzülmenin ne kadar gereksiz ve saçma bir şey olduğunu göreceksiniz. İşte bunun için her halimize şükretmeliyiz. Beterin beteri vardır. Beterin beterinden kurtulduğumuz için şükür.
48- SIKINTI ve STRESE ÜMİTSİZLİK ve KARAMSARLIĞA DÜŞMEMENİN TEDBİRİ İÇİN BİLİNMESİ ve UYGULANMASI GEREKEN HUSUSLAR
Her şeyin Allah`tan olduğunun bilinmesi Tevbe. 51 : “ De ki; Allah`ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle bir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır ve müminler yalnızca Allah`a tevekkül etmelidirler.” Kehf. 23 - 24 : “ Hiçbir şey hakkında, ben bunu yarın mutlaka yapacağım deme. Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Unuttuğun zaman Rab’bini zikret ve de ki; Umulur ki Rabbim, beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip, iletir.” Teğâbün. 11 : “Allah`ın izni olmaksızın hiçbir şey (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah`a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah her şeyi bilendir. Her şey Allah`ın dilemesi, istemesi, takdiri ilahisiyle gerçekleşir, mümkün olur. O dilemezse hiçbir yaprak dahi kıpırdamaz. Allah, müminlere zafer yazmıştır. Onlara başarılı hayırlı bir sonu vadetmiştir. Zorluklara, olumsuzluklara, sıkıntılara, belalara duçar olsalar dahi, bu, aslında vazedilen zafere, güzelliklere bir hazırlıktır. Müminler kötülükten temizlendikten ve ilahi kanunun gerektirdiği vesilelere sarıldıktan sonra, aziz ve yüce bir zafere ulaşırlar. Gerçek yardımcı ve dost ise sadece Allah`tır. Müminler güçlü kişilik gösterirler, kararlı ve cesurdurlar. Her olumsuz hadise karşısında telaşa, üzüntüye, strese kapılmazlar. Kafirlere, münafıklara, müşriklere oranla kuvvetli imanları ve Allah`a teslimiyetleri, yalnız O`na güvenmeleri ve her şeyin O`ndan geldiğine gönülden inanmaları sayesinde gösterdikleri tavırlar sayesinde farklıdırlar. Asla ümitsizliğe kapılmazlar: Hicr. 56: “De ki; sapıklar dışında Rabbimin rahmetinden kim ümit keser.” Yusuf 87:“...oğullarım gidin de Yusuf ile kardeşinden bir haber getirin ve Allah`ın rahmetinden ümit kesmeyin.” Bir gerçek vardır; Allah`ın yolundan sapanların dışında hiçbir kimsenin Allah`ın rahmetinden asla ümidini kesmeyeceği gerçeği. Allah`ın yolundan sapanların ruhunda huzurdan eser kalmaz, rahmeti Rabbaniden ümitvar olmazlar. Hakkın inayetini lütuf ve ihsanını asla duymaz onlar. Ama iman meltemiyle serinlemiş olan kalpler Allah`ın yolunu tutarlar ve ne adar şiddetle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, ne çeşit zorluklarla yüz yüze gelirlerse gelsinler Rahmeti İlahiyenin ötesinde bir düşüncede olamazlar. Karanlık etrafa ne kadar yayılırsa yayılsın, çevresinde şiddet ve zulümler, baskılar ve fitne hareketleri ne kadar ümit kırıcı olursa olsun, üzerlerine yığılan karanlıklar bulunsun, gerçeklerin çehresi ne kadar görünmez olursa olsun, hiçbir şey fark etmez onların nazarında. Mümin bilir ki aydınlık ufuklar ve Allah`ın mutlak olan Rahmeti yakındır. Doğru ve orta yolda olan müminlerin imdadına mutlak yetişecektir. İşte mutlak ölçü, düşünülecek ve teslim olunacak gerçek budur, gelecek budur. Gelecek endişesi taşımazlar gerektiği gibi harcarlar İnsanoğlunu huzursuz kılan sebeplerin içeriğinin temelinde gelecek endişesinin taşınması vardır. Ekonomik kaygı, rızk endişesi, işsiz kalma, borçlardan kurtulamama, olumsuzlukların, musibetlerin devam edeceği, bitmeyeceği, sonumuzun ne olacağı, nasıl olacağı endişeleri zihnimizde ve alt şuurumuzda vesvese şeklinde devam eder. Şeytan da bu sürece müdahale eder, devreye girer ve insanoğlunun bu endişelerini, olumsuz düşüncelerini körükler ve arttırır. Kötü düşünceler üreterek bunları besler, destekler, geliştirir. İşte burada Kur`an yine devreye giriyor. Bakara. 268 : “Şeytan sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaat ediyor. Allah rahmetiyle geniş olandır, bilendir. Şeytan sizi fakirlik ile korkutarak nefislerinize hırs, cimrilik ve azgınlık yerleştirir. Halbuki Allah, kendisinden bir mağfiret ve bir bolluk vaat ediyor. Burada insan şeytanın tercihiyle, Allah`ın tercihi arasında sıkışıp kalıyor. Câhiliyet devrinde fakirlik korkusu, bir çeşit azgınlık olan kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeye sevk ediyordu. Aşırı servet toplama hırsı da yine o devirde bazı kimseleri azgınlığın bir başka çeşidi olan faiz almaya sevk ediyordu. İnfak ettiği şeylerden fakir düşmekten korkmak da yine aynı şekilde azgınlığın ve cehaletin bir çeşidiydi. Hak Teala hazretleri önce mağfireti, sonra bolluğu zikrediyor. Çünkü önce mağfiret gelir sonra bolluk. Zorluklara katlanırlar. Bakara. 214: “Yoksa sizden önceki gelip geçenlerin hali sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda peygamber, beraberindeki müminlerle ‘Allah`ın yardımı ne zaman ? ’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah`ın yardımı pek yakındır.” Bakara 156 :“Onlara bir musibet, isabet ettiğinde, derler ki; ‘ Biz Allah`a ait ( kullar )' ız ve şüphesiz O`na dönücüleriz.” İşte Allah, ilk Müslüman cemaatine böyle hitap ediyor. Onların, yani daha önce geçen imanlı toplulukların tecrübelerine dikkatlerini bu şekilde çekiyor. Kendi sancağını ellerine verdiği, yeryüzünde emanetlerini, nizamını onlara teslim ettiği seçilmiş kullarını bu kanunu ile terbiye etti.
49- YÜKSEK ŞAHSİYET VE KİŞİLİK SAHİBİ OLABİLMENİN TEMEL ÖLÇÜLERİ.
İyi bir insan olmanın, şahsiyetli ve güçlü bir kişiliğe sahip bulunmanın birtakım şartları ve unsurları vardır. Herkes tarafından sevilen, sayılan, değer verilen bir insan olabilmenin ölçülerini bilirsek, kendimizi veya bir başkasını bu kriterler ışığında iyi bir insan olma veya olamama testine tabi tutabiliriz. İyi bir insan olabilmenin bütün dünyada ve bütün insanlık için, hiç değişmeyen evrensel kriterleri, kuralları ve ölçüleri vardır. Yüksek şahsiyetli, değerli ve iyi bir insanda bulunması gereken özellikler şunlar olmalıdır veya iyi bir insan şu özellikleri mutlaka üzerinde barındırmalıdır: İyi bir insan; Söz verdiği zaman sözünde durur. Güvenilirdir, emanete riayet eder. Her zaman doğru söyler, asla yalan söylemez. Önce kendisini değil, karşısındakini düşünür, emeğe saygılıdır, herkese hak ettiğini verir, kendisi için istemeyeceği bir şeyi başkaları için de istemez.. Hoşgörülü ve ağırbaşlıdır. Güler yüzlü ve yumuşak huyludur. Kin ve husumet gütmez. Kötülüğe karşı iyilikle mukabelede bulunur. İtidalli ve sabırlıdır. Kusur araştırmaz, dedikodu yapmaz. Yaptıkları işlerde çıkar ve menfaat gözetmez. Kimseye ihanet ve nankörlük etmez. Hem dünya, hem ahiret için çalışır. Çifte standart uygulamaz, adaletli davranır. Çirkin ve fena söz söylemezler. Kötülerden ve cahillerden uzak durur. İnsanlara karşı ölçülü ve saygılı davranır. Küçük hesaplar ve menfaatler peşinde koşmazlar. Hasetlik, kıskançlık, bozgunculuk fitne ve fesatçılık yapmazlar. Zenginlik, makam ve mevkiden etkilenmezler. Bilgi sahibi olmadıkları konuda ahkam kesmezler. Diyalogdan, istişareden, birlikte hareketten yanadırlar. Alçak gönüllü ve mütevazidirler. Körü körüne bir fikrin, bir akımın, kişinin, liderin ardından gitmezler. Güçsüz ve zayıf gördükleri kişileri ezmezler. Eylem ve aksiyon adamıdırlar, çalışkan ve üretkendirler. Her türlü haramlardan şiddetle kaçınırlar. Namuslarına düşkündürler, örnek bir aile hayatları vardır. Ahlaklıdırlar, olgun kişilik sahibidirler. İleri görüşlü ve aydın düşüncelidirler. Gelenek ve göreneklerine bağlı, toplumun değer yargılarına saygılıdırlar. Uygunsuz hal ve davranışlara sahip değildirler. Bu özelliklere sahip olan veya en azından olmaya çalışan insan; değerli, şahsiyetli ve kaliteli insandır. Değerli insan; çevresindekilere, eliyle, diliyle, sözüyle, varlığıyla maddi ve manevi anlamda zarar vermeyen, aksine faydalı ve yararlı olan insan demektir. İyi insan; diğer insanlar tarafından talep edilen, gerek duyulan insan demektir. Diğer insanlar; şu, bize aman komşu olmasa, aman şu adama bir işimiz düşmese, aman şu adamla karşılaşmasak, aman şu adamla aynı ortamda bulunmasak deniliyorsa bir kişi için, yani insanlar tarafından talep edilen değilse bir kişi, o kişi kötü insanın ta kendisidir. Keskin ölçü budur, talep edilmek veya talep edilmemek. Herkes kendisinin talep edilen veya edilmeyen biri olup olmadığını pekala anlayabilir. Talep edilen insan hiçbir kimseye hiç bir surette zarar vermeyeceği ve üstelik faydalı olacağı için, kimse de onun yüzünden sıkıntıya ve strese girmeyecek, üzülüp mutsuz olmayacaktır. Onun içindir ki; herkes iyi insanları, talep edilen insanları seçmeli, iyilerin değerini bilmeli, kötülerden, cahillerden, tanımadığı, karanlık ve güvenilmez kişilerden şiddetle kaçınmalı ve kendisini de ciddi anlamda iyi insanların grubuna dahil etmeye çalışmalıdır. Bu aynı zamanda huzurun ve mutluluğun yegane kaynağıdır. İyi insan, iyi arkadaş, sadık dost her zaman insana ilaç gibi gelir, huzur, mutluluk ve güven verir, ömrü bereketlendirir. Herkes; kafasının rahat olması, kendini huzurlu ve güvende hissetmesi için, dostlarını, arkadaşlarını, komşularını, yol ve iş arkadaşlarını ve alış verişte bulunacağı kişiler üzerinde mutlak surette dikkatli ve seçici davranmalıdır. Zaten hayatta birçok musibet ve sıkıntının büyük çoğunluğunun kaynağı insanlar tarafından oluşturulmaktadır.
50 - TAKINTILI OLMAYIN, OLMAMAYI YAŞAM TARZI HALİNE GETİRİN. Her şey sizin istediğiniz, planladığınız ve arzuladığınız biçimde gelişmeyebilir. Olumsuzluklarla yaşamasını bilmeliyiz, sürprizlere hazırlıklı olmalıyız, sürprizleri bir eğlence gibi kabullenmeliyiz. Hiç bir olay karşısında kızmamayı, kafaya takmamayı hayat felsefesi haline getirmeliyiz. Etrafımızda ve günlük yaşantımızda kısa, basit ve saçma sapan birçok olaya kızıyor, sinirleniyor kendimizi mutsuz edip yıpratarak sanki elimize ne geçiyor. Bir müddet sonra her şey normale döndüğünde önceki halimizi ne kadar küçümsüyor, cahilce ve bilinçsizce yapılmış ani bir refleks olarak görüyor ve hiç bir anlam veremeyerek pişmanlık duyuyoruz. İşte önemli olan kısa bir süre önce yaptığımızdan pişmanlık duyacağımız bir hadiseyi, bir daha yaşamamayı kendimize bir ilke haline getirmeliyiz.Takıntı insanı hayatta mutsuz kılan ve körü körüne strese sokan bir davranış biçimidir. Bırakın bazı insanlar sizin sevmediğiniz hareket ve davranışları yapsınlar, kötü huy ve amellere sahip olsunlar. Yaratıcısı buna müsaade ettiğine göre size ne düşer ki. Bırakın toplumun içerisinde kötü insanlar da yaşasınlar. Bırakın size yapılan yanlışların hesabını sormayı, intikam peşinden koşmayı. Koşsanız ve intikam alsanız elinize mutsuzluktan başka ne geçecek. Öfke ile kalkan zarar ile oturur. Hoşgörülü ve bağışlayıcı olmayı yaşam ve inanç felsefeniz haline getirin. Daime yapıcı, birleştirici, barıştırıcı, affedici, hoşgörülü, sabırlı olmayı deneyin ve mutlaka öyle olun.
FAYDANILAN KAYNAKLAR 1-Kur’an Bilgisi. Cavit YALÇIN 2-Ufak şeyleri dert etmeyin. Dr. Richard Carlson 3-Fizilal - il Kur’an Prof. Seyyid KUTUP 4-Strese Son. Doç. Dr. Sefa SAYGILI 5-Mutluluk Yolları Hayat Kitabı. A. Muhtar BÜYÜKÇINAR 6-Namaza İlk Adım. Feridun YILMAZ YÜCELER 7-Ölüm Her An Gündemde. Feridun YILMAZ YÜCELER 8-Kuran-ı Kerim ve Meali Alisi. A.Fikri YAVUZ 9-Hastalıklar ve Musibetlerin Veriliş Sebepleri. A.Kadir DEMİRCAN 10-Muhtelif bilimsel makalelerden derlemeler.
A. Kadir DEMİRCAN Toplam 15 telif eser sahibi olan DEMİRCAN‘ ın yayınlanan 8.uncu kitabı. 1964 Balıkesir / Gönen doğumlu. Yazarlık hayatına 1988 de 24 yaşında başladı. İlk kitabı 1994 yılında yayınlandı. Dergi yayıncılığı, gazetecilik, radyo, televizyon programları ve reklam filmleri yapımcılığı, teknik fotoğrafçılık ve genel olarak basın - yayın - iletişim konularında aktif çalışmaları ile, dini - milli - sosyal ve kültürel içerikli konularda araştırma - inceleme - derleme ve her iki dalda da basılmış kitapları, makaleleri mevcut olup; teknik ve mesleki içerikli iki kitabı birkaç üniversitede ders ve yardımcı ders kitabı olarak okutulmaktadır. DEMİRCAN; TEMA Vakfı yöneticisi ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. Ankara’ da Ahsen, Nesil, Gençlik, Yeni Dönem dergileri ile yerel ve ulusal gazetelerde çeşitli çalışmalarda bulundu, fotoğrafçılık, kamera çekimleri ile, Televizyon programları yapımcılığı konularında verdiği derslerde 350 nin üzerinde öğrenci yetiştirdi, müstakil olarak gazete çıkardı, radyo ve televizyon programları yaptı. Yazar; Balıkesir’in şirin ilçesi Gönen’de ikamet etmekte olup; basın - yayın - iletişim ve sanat alanlarındaki çalışmalarını aktif olarak buradan sürdürmektedir.. | ||||||||||||||||||||||